29 Aralık 2010 Çarşamba

"Maçlardan sonra seyirci formamızı istiyor ancak veremiyoruz. Çünkü forma alacak paramız dahi yok"


Serdar Topraktepe, Beşiktaş'ta yıldızı parlayıp Kocaelispor'a transfer olmuş yani transfer dinamiklerinden birisini tersine işletmiş bir isim. Kocaelispor'da da yine gerekeni yapmış ve 100. yılda şampiyon olan Beşiktaş kadrosuna tekrar katılmıştı.

Şimdi Serdar'ın gündeme gelme sebebi ise ne yeni bir transfer ne de ligteki üstün başarısı. Ekonomik sıkıntı denen illeti içine kadar işleyen Kocaelispor için verdiği mücadele.Kayyum'a kalan kulübü için deli gibi mücadele ediyor Serdar saha dışında.

Yeniçağ gazetesine verdiği röportajdan bir kaç kesitle kendi ağzından okumak lazım durumu ;

"Futbolcular 18 aydır para alamıyor. Elimizde sadece tribün geliri var. Ben de elimden geldiği kadar arkadaşlarıma yardımcı olmaya çalışıyorum. Kocaeli esnafının büyük çoğunluğunu tanıyorum. Gidip onlardan yardım topluyoruz. Deplasman maçlarında yol ücretlerini federasyon karşılıyor. Geri kalan ekstralar da yine bize ait. Doğal gazımız kesilmek üzere. Yarın yine esnaf arkadaşlarımızla bu durumu görüşeceğim. Para toplayabilirsem faturayı yatıracağım."

"Kocaeli’ye ilk kez 1999 depreminden sonra transfer oldum. Daha sonra 2 kez farklı takımlara gidip geldim. Her seferinde taraftar beni alkışlarla sahiplendi. Bu sevgi sayesinde ister istemez insan bir şeyler yapmak istiyor. Türkiye’nin hiçbir ilinde bu kadar rahat değilim. Dışarı çıktığım zaman bütün Kocaeli benimmiş gibi geziyorum."

“Dönemin teknik direktörü Hikmet Karaman, Arsenal ile hazırlık maçı ayarladı. Özellikle as kadrolarıyla sahaya çıkmalarını istedik. Dalga geçer gibi sahaya çıktılar ama 4-1 biz kazandık. Yenilgi o kadar ağırlarına gitti ki; forma değiştirme isteğimizi geri çevirdiler. Biz de Kocaeli’nin plakasını tutturduğumuz maç skorunu onlara hediye ettik. Geriye dönüp baktığımızda nereden nereye gelmişiz... Hayat böyle işte.”

27 Aralık 2010 Pazartesi

Tolga Doğantez'in Hayali...

Küt sarı saçlarıyla "sarı iyidir" imajının temsilcilerinden olan Tolga 4 senelik (1998-2002) üstün Gençlerbirliği mesaisi sonrası kaçınılmaz son olan İstanbul transferini başarmıştı.Beşiktaş kesinlikle eminiz ki, onun hayallerinin takımıydı ve o doğuştan Beşiktaşlıydı.Öyle olmasaydı bu açıklamayı yapmazdı ;





Bu açıklamadan sonra uzuuuuunca bir araştırma yaptım ( google chrome'u aç, wikipedia'ya gir, Tolga Doğantez yaz) ve şöyle bir veriyle karşılaştım.Bu da adeta içimin inceden burkulmasına neden oldu Tolga Doğantez adına oysa ne hayalleri vardı...



Not: Mâruz bıraktığım "koltuk altı" görüntüsü nedeniyle biraz özür dilerim.Koltuk altının sahibi Mondragon'dur :)

13 Aralık 2010 Pazartesi

Bir Ülkenin Dağılmasıyla Futbolun Ne Alakası Olabilir ki?

Çok alakası olabilir.

Tarihi 13 Mayıs 1990 olarak alalım.Zagreb'te , Zagreb şehrinin takımı Dinamo ve Belgrad şehrinden Kızılyıldız sahada.Maximir Stadın da ki maç temelleri çatırdayan birliğin iki azılısı Hırvat ve Sırpları karşı karşıya getirmişti.Milliyetçilikten beslenen iki takımın maçında Hırvatlar "Slobo će umrijeti s nožem" (Slobo(Slobodan Miloseviç), bıçaktan kurtulamayacaksın) tezahüratları atıyordu.Mesele artık maçtan çıkmış milli bir savaş haline gelmişti.Kızılyıldız adına tribünlerde yerini alan "Delije" taraftar grubu ise savaş döneminde kanlı eylemlerin baş mimarları olacak çetelerin has elemanlarıydı.



Maçtan önce zaten ortalık keşmekeş bir haldeydi.Arabalar yakılmış, işyerleri talan edilmiş, bazı evlere bile girilip insanlar dövülmüş.Stadın içinde ise sadece bir kıvılcım bekleniyordu ve o kıvılcım, Kızılyıldızlı taraftarların Dinamo tribünlerine doğru etmeye başladıkları küfürler ile aleve dönüştü.Küfür,taş atışı,koltuk fırlatma,meşale fırlatma ve tel örgülerin aşılıp sahaya girilmesi sıralaması sonucunda sahada 22 futbolcu ve 3 hakem dışında binlerce taraftarla doldu.Kızılyıldız taraftarları Zagreb'lilere saldırırken sahada var olan polislerin büyük çoğunluğunun Sırp olması nedeniyle ibre kendilerinden yanaydı.Polislerde Hırvatlara saldırıyordu resmen.Hatta bu esnada bir polisin Hırvat taraftarı dövdüğün gören Zvonimir Boban kendine hakim olamamış ve o polise tekme atıp , bir nevi Hırvatların kahramanı olmuştu.



Maç bu olaylar yüzünden iptal edildi.Yaklaşık 60 kişinin ağır yaralandığını yazar kaynaklar ama olaylar bu kadarla kalmadı.Maç sonrası savaş sokaklara döküldü oradan da cephelere.Bir futbol maçından , ülkeler arası savaş çıktı ! Tabi ki sebep o maç değildi ancak insanların içinde biriken o enerjinin patlaması için ihtiyaç duydukları her türlü sebep bir futbol maçında mevcuttu.

Dönemin Kızılyıldız taraftar grubu lideri Zeljko Raznatovic (Arkan adıyla da bilinir) maç için daha sonra şöyle bir açıklama yapmış "Ayın 13'ün de bir maç oynandı, hemen arkasından örgütlendik.Zagreb'teki bu maçtan sonra savaş çıkacağını anladım, herşeyi öngördüm; Ustaşa (2. Dünya Savaşı'ndaki Hırvat faşistler) bıçaklarının gene Sırp kadınları ve çocukları keseceğini biliyordum".Yani Arkan bu maçı zaten maç olarak görmüyordu.Maçı kullanarak savaş için gerekli zeminin oluşturulacağından emindi.Raznatovic, daha sonra Sırp savaşının en büyük suçlularından birisi olacak, kumarhane,otel sahibi olan bir zenginken Miloseviç'in gizli bilgilerine sahip olması nedeniyle bir tehdit olarak görülüp 2000 yılında öldürülecektir.


Tarihi biraz daha ileri aldığımızda 26 Eylül 1990'da Hajduk Split-Partizan Belgrad maçında da yine benzer olayları görüyoruz.Sahaya inen Hajduk taraftarları Yugoslavya bayrağını yakarken, sadece bir bayrağı değil bir ülkeyi de ortadan kaldırmak istediklerini açıkça beyan ediyorlardı.Bu konuda konuşan yazar Ozaen Kebo da aynı şeyi söylemekte "İlk olay Sırp ve Hırvat taraftarların artık aynı stadı paylaşamayacaklarını göstermiştir.İkinci olay ise Yugoslavya devletinin, topraklarının bir bölümünde artık otoritesi kalmadığını göstermiştir."

Tüm bu kaos ortamı arasında 25 Aralık 1991'de dev SSCB'nin parçalanmasıyla bölge iyiden iyiye karışmış ve Yugoslavya savaşları başlamıştı.

Görülüyor ki futbol asla sadece futbol değildir, olamayacaktır.

10 Aralık 2010 Cuma

Hiddink'in Korelilere Yaşattığı Kültür Şoku


2000-2002 yıllarında arasında Güney Kore'yi çalıştıran hatta Dünya 3.lüğü maçına kadar çıkaran ve kaderin cilvesi ( bu lafı hep kullanmak istemişimdir) şu an da çalıştırdığa takıma yenilerek kendi evinde 3.lüğü bırakan Guus Hiddink'in Kore'lilere güzel futbol ve bu başarının yanı sıra yaşattığı farklı duygular da varmış.

Pascal Boniface'ın "Futbol ve Küreselleşme" kitabında anlattığına göre , Hiddink Kore'nin başına geçtiğinde öncelik olarak takıma yerleştirdiği bilinç "büyüklere saygı gibi Konfüçyüscülük miraslarından vazgeçmek".Yani Hiddink, takımda oyuncuların kariyerlerinin başarılarla dolu olması, kazandıkları ödüller gibi konulara itibar etmemiş tamamen performans ve çalışma azimlerine bağlı olarak isimlere forma vermiş.

Gerçekten de bir kaç isime baktığımız da bunun elle tutulur bir örnek olduğunu görüyoruz:

Kim Nam-Il : Dünya Kupası öncesi Channam'da oynerken kupa sonrası Exelciors tarafından kiralanıyor.Ancak Korelilerin "Kim Nam-Il sendromu" dedikleri , kazandığı aşırı şöhreti kaldıramaması yüzünden tekrar Channam'a dönüyor."Süpürge" takma isimli Nam'ın nâmı böylece tüm dünyaya yayılmadan sona eriyor.


Lee Young-Poo
: Kupa öncesi sıradan bir takım olan Anyong LG Cheetens'de oynarken kupa sonrası sırasıyla; PSV, Tottenham , Dortmund takımlarının formasını giymesi onun 2002'de ki milli formayı giymeyi ne kadar hakettiğinin göstergesidir sanırım.

Cha Du- Ri: Belki de Hiddink'e bu konfüçyüstanımazcı tavrı nedeniyle en çok minnet duyması gerek isim Du-Ri. Korea Universitesi takımında oynarken milli takım davet alıyor ve ardından kendisine sonuna kadar açılan bir avrupa kariyeri başlıyor.Şu anda da Celtic takımının oyuncusu ve hala Kore'nin en iyilerinden birisi.

Park ji-Sung : Ve Kore'nin altın çocuğu.Kyoto takımında oynerken seçildiği milli takım kadrosunun ardından yine Hiddink tarafından PSV'ye gelirken günün birinde ManU'nun ilk 11'in de değişilmez isim olacağını kendisi bile tahmin edememiştir büyük ihtimalle.

Tüm bunlar sonucunda , Kore'de hiçbirşey eskisi gibi olmadı.Koreli insanlar üzerinde Hiddink'in bu tavrı , sosyal ve mesleki yaşamlarını sorgulama, üzerilerinde ki hiyerarşik baskının ne kadar kendilerini başarıya ulaştırma garantili olduğunu düşünme gibi etkileri olmuş olması içten bile değildir.

7 Aralık 2010 Salı

İlk Yarı Sizden İkinci Yarı Bizden...Di Stefano


"Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu Real Madrid'li Alfredo Di Stefano'dur. Maradona'nın elle attığı golün dışında kafa golü yok ve sağ ayağıyla topa iyi şut vuramıyor. Oysa Di Stefano komple bir oyuncu, bu nedenle o, en büyük!"

Bu sözler Brezilya'lı efsane Pele'ye ait.1953 yılında bugünkü Real Madrid stadının isim babası olan Santiago Bernabeu Yeste tarafından Real Madrid'e kazandırılan Stefano'nun transfer hikayesi bir hayli enteresanmış.Arjantin'li efsane Kolombiya takımı Millionarios Bogota takımında oynarken hem Real hem de Barca'nın ilgisini çeker.İkisi de bu süper yeteneği transfer etmek için amansız bir mücadeleye girer.Ancak işin içinden çıkamazlar.Kanlı bıçaklı olacak duruma gelirler.

Çözümsüz kalan bu duruma el koymak FİFA'ya düşer.Fifa bizim mahalle maçlarında yaptığımız "en güçlünün ilk devre bir takımda, ikinci devre diğer takımda oynama" yöntemini Di Stefano transferinde kullanarak belki de bu yöntemin mucidi olmuştur.Sezonun ilk yarısını Real Madrid'de ikinci yarısını ise Barca'da geçirmesi kararlaştırılan Di Stefano , Madrid yönetiminin kural tanımazlığı nedeniyle hiçbir zaman Barcelona forması giyemeyecek ve bu takımda bir efsane olacaktır.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Cristiano Ronaldo'ya Tercih Edilen Galatasaray'lı



"I saw him (Ronaldo) in the Toulon U21 tournament and we went for him, but we had a wage scale and we weren't paying the sort of salary he wanted"

"....... Maybe we would have won the title with Ronaldo, but we had Harry Kewell..."

Özetle ;

“Ronaldo’yu Toulon’daki 21 Yaş Altı Turnuvası’nda görmüştüm. Beğendik ama hem aynı ölçekte bir oyuncumuz olduğundan( Harry Kewell) hem de yüksek transfer ücreti yüzünden Ronaldo’dan vazgeçtik”

Gerard Houllier, o dönemin Liverpool Menajeri.

Düzenlemeye katkılarından dolayı Nevzat Huruzoğlu'na teşekkürler :)

4 Aralık 2010 Cumartesi

"Bölücü Derbisi"

Başlığa aldanıp kılıçları çıkarmayın sadece geçen yazdığım Osasuna yazısında maç yazısının başlığını bu yaparım dediğim için bir nevi sözünden döndü olmasın diye böyle bir isim verdim :)

Normalde maç analizi yapan birisi değilim,sevmem de ancak bir niyet ettim maçtan önce Osasuna-Barcelona maçını elimde kağıt kalem notlar alarak izleyip sonra da bloga koyayım diye.Gel gör ki tam da maçını seçmişim.İspanya'da ki hava kontrolörlerinin grevi nedeniyle ülke de tüm uçuşlar iptal edilmiş.Gündüz 13.30'da maçın yarın ( 5 aralık 2010) oynanacağına karar verildiği duyurulmuştu.Ama daha sonra saat 17.00 gibi Deportivo El Mundo gazetesi maçın bugün oynanacağını açıkladı (4 aralık 2010).Bu haber üzerine Barcelona apar topar maç yollarına düştü.Önce hızlı tren ile Zaragoza'ya oradan da kara yolu ile Pamplona'ya geldiler.Normalde T.S.İ. 21.00 de başlaması gereken maç 21.45'te ancak başlayabildi.


12.dk'da Messi'ye el ense çekilip kapılan topla ceza alanında JuanFran'ın yerde kaldığı pozisyon açıkçası bana göre penaltıydı.


Osasuna bugün ataklarını özellikle ilk 30 dakika da hiçte ender geliştirmedi.Nispeten süratli JuanFran'ı kullanıp Barcelona sol kanadından akmak istediler.Aslında Abidal'e karşı bir çok pozisyonda da başarılı oldu.Fakat ne zaman Fransız'ı geçse neredeyse 50 metre geriden gelip pozisyonunu bozan Pedro için bir çare bulamadı.

26.dk'da Osasuna defansı Messi'nin ne zaman pası verdiğin,Pedro'nun ne ara oraya gelip golü attığı filan göremediler.Ancak hakemin gol düdüğünde haberleri oldu mevzudan.


Bu takım artık paslaşırken birbirlerine bakma ihtiyacı bile hissetmiyorlar.Antremanlarda gözleri kapalı sadece ses odaklı pas çalışması mı yapıyorlar nedir bilmiyorum ama 30.dk'da Messi-Villa-Pedro öyle bir paslaştı ki, anlatılacak derecenin üzerinde.

Maç öncesi çekilen yol stresinden en çok etkilenen isimler sanırım Valdes,Alves ve Xavi olmuş.Valdes'in ilk yarıda ki yanlış çıkışları ve pas hataları büyük riskti.Alves çıkınca dönemedi,dönünce tekrar ileri gidemedi.Özellikle Xavi normal yüzdesinin çok üzerinde top kaybı yaptı ve fiziki mücadelelerin çoğunu kaybetti.

Dikkatimi çeken bir husus vardı ki oda şu idi.Takım maça 2 vesayit ve yaklaşık 45 dk geç gelmiş olmasına rağmen Xavi saçlarını yine bol jölesi ile klasik şekline sokmayı başarmış.Her alanda istikrar sahibi bir futbolcu olduğunu yine ispatlamış oldu.

65'te Messi'nin golden önce attığı depar için takımı Pamplona'ya getiren otobüsten daha süratli olduğuna dair inanın tartışmaya girebilirim.


Takımları 2-0 geride iken Osasuna taraftarlarının her pasta "oley" çekmeleri taraftarlık örneğiydi.Ancak hemen akabinde kaptırılan topta Barca'lı taraftarların "oley" çekişleri de güzel kapak olmadı değil.

Bu Osasuna sağ beki Nelson'un eğer ortalama futbol düzeyi buysa Türkiye'de Bank Asya'da oynayamaz (Yazar burada Sergen Yalçın'a bağlıyor)

Penaltı temiz.Ancak aynı yan hakem ilk yarıda Osasuna'nın penaltısını yedi.Yine de Osasuna, Barcelona'yı yenebilecek düzeyde bir takım değilmiş bu şekilde buna da kanaat getirmiş oldum.

Not:Uzun süre sonra Pandiani'yi görmek güzeldi.

3 Aralık 2010 Cuma

Tolga Zengin


"Geleceğim milli takım kalecisi" ile başlayan cümlelerin baş aktörüyken şimdi kaç kişinin aklında acaba?

Tolga Zengin, Tony Sylva'nın lisans sorunu sayesinde aldığı formayı uzunca bir süre üzerinden çıkarmamıştı.Senegal milli takımı kalecisini yedek bırakmayı başarmış, euro 2008 kadrosunda yer almış tek Trabzonspor'lu futbolcuydu.

Kendisi hakkında enteresan bir bilgi de Galatasaray'a karşı kalesinin kapılarının bir hayli açık olması.İlk maçında 4 diğer bir maçında 3 gol yiyerek ilginç bir istatistik sahibi olmuştur.

Kimi haberlerde "apartmandan inerken fotoselin sönmesi sonucu dengesini kaybedip parmağını kırdı" kimilerinde de "yeni aldığı silahını (bu konuya bir önceki yazımda Fatih Tekke'de de değinmiştim.Trabzon'luların silah sevdası gizli bir konu değil zaten) temizlerken kendi kendini vurmuştu" şeklinde yer aldıktan sonra bir daha onu kalede ne gören oldu, ne de duyan.Onur'un üstün performansı sonrası da hem milli takımın Trabzon'lu kaleci kontenjanını hemde takımında ki formasını böylece kaybetmiş oldu.

Nereden esti Tolga yazısı, bende bilmiyorum.Öyle aklıma esti.

Osasuna


Osasuna deyince az biraz İspanya futbolunu takip edip birazda işin geyik boyutunu sevenler için ilk akla gelecek cümle "ender gelişen osasuna atakları" olacaktır.

Osasuna aslına bakılırsa İspanya için çok önemli bir bölgenin futbol takımı.Ülkenin turist yoğunluğu açısından en önemli dönemlerini yaşadığı temmuz ayında düzenlenen san fermin festivalinin yapıldığı yer olan Pamplona bölgesinin takımı osasuna, basklı milliyetçiler tarafından yönetiliyor olsa da bir Bilbao yada Sociedad kadar tutucu değil.Navvarra özerk bölgesinin La Liga'da ki tek temsilcisi , yıllardır ataklarını ender geliştirse de La Liga denince ilk etapta sayılabilecek takımlar listesinde oldu hep.

Yarın yoğun hava muhalefeti altında geçen hafta Real Madrid'le kedi fare oynayan Barcelona ile maçları var.Eğer maç oynanırsa büyük ihtimalle yine ender ataklar izleyeceğiz.Maçı izleyip yorumlarımı kendi dilimde buraya yazacağım.

Not: Osasuna taraftarları , Trabzonspor ile yaptıkları Uefa maçında PKK bayrakları açmışlardı.Aynı şey zamanında Galatasaray'ın gittiği Bilbao deplasmanında da olmuştu.Ayrılıkçı Baskların ve Katalanlar'ın gözünde PKK kendileri gibi ayrılıkçı ve haklarını arayan bir örgüt.Bunun bir çok örneği Katalan halkıyla yapılan röportajlarda görülebiliyor. Bu yüzden yarın ki maç bir nevi "Bölücü derbisi" diye adlandırılabilir :) hatta maç sonrası başlığımı da bulmuş oldum.

1 Aralık 2010 Çarşamba

Fatih "Sultan" Tekke Düşerken...




Kolay değil…16 yaşında Trabzonspor A takımında Hami’li Ogün’lü Ünal’lı kadroda yer alan bir isimden söz etmek üzereyim. Futbol’da ne kadar yetenekli olursan ol “istikrarsızlığın” bir futbolcunun en büyük düşmanı olduğunun belki de canlı örneği Fatih Tekke.

Kendi adıma rahatlıkla iddaa edebilirim ki , benim futbola bakış açıma göre Türkiye’nin en iyi Türk forvetiydi. Trabzon’da 16 yaşında başlayan bir kariyer.Daha sonra Altay’da iyice göze batan, Çanakkale maçında ayağı kırılmasına rağmen Trabzonspor tarafından kadroya monte edilmek üzere tekrar çağırılan ve işte bu noktadan sonra istikrarsızlık girdabına katılan bir kariyer.Bu kariyerin içinde ne yazık ki futbolu bırakacağına kadar kendisini inandıracak tarikat bağlantıları mı dersiniz, bahis teşvik primi olayları mı dersiniz,mafya bağlantıları mı dersiniz yoksa A milli takımın 500. Golü mü dersiniz, Fenerbahçe’ye attığı o müthiş gol mü dersiniz, 31 golle gümüş ayakkabı sahibi olmak mı dersiniz…Ne derseniz deyin ancak şu bir kesin ki Türkiye belki de kendi Sherar’ını , Fowler’ını kaybetti, belki de o Çanakkale maçında ayağı kırılmasaydı bizim de 18 yaşında piyasaya sürdüğümüz büyük bir golcümüz olacaktı.Ama olmadı.

Türk futbolu Tanju ve Sinan Engin gibi isimler dışında belinde silahla dolaşan futbol adamı imajına çok alışkın değildi.O ise “bizi kim tehdit edebilir” açıklamasını yaparken belinde silahıyla İstanbul deplasmanına geliyordu.Özellikle gol kralı olması ve gümüş ayakkabı ödülünü alması sonucunda birçok Avrupa kulübünün de ilgisini çekmeliydi ve öyle de oldu.Deportivo, Wigan, Porsmouth medyaya yansıyan isimlerdi.Hatta Rijkard’lı Barcelona’nın bile talip olduğu ancak yaşı itibariyle vazgeçtiği bile söylendi.Ama Fatih gitmedi avrupa’ya.Belki adı geçen takımlar içinde kendisini tatmin edecek düzeyde bir teklif yoktu belki de Hristiyan topraklarında futbol oynamak onun inancına tersti.Kim bilir belki de İngiltere ve İspanya’da bahis konusunda ki sert kanunlar Fatih’i götürmemiştir o ülkelere.Ah keşke Almanya’dan gelseydi teklif…

Fatih Tekke futbol kariyeri boyunca , toplam 407 maçta 168 gol atmış.Bunların 100 tanesi Trabzonspor forması ile ve 31 tanesi sadece 1 sezonda.Çıktığı 407 maçın 91’in de ise üzerinde bazen beyaz , bazen açık mavi Zenit St. Petersburg forması vardı.Evet beklenen Avrupa transferi gerçekleşti ancak bu transfer , adının Fenerbahçe ile anıldığı günlerin hemen akabinde ne İngiltere ne ispanya ne de Fenerbahçeye idi.Fatih memleketinden,sevdasından fazla uzağa gidemezdi zaten.Rusya’nın yolunu tutarken , 61 numarayı da sırtına geçirmişti.Hemde Türkiye’den avrupaya yapılan en şaaşalı transferlerden olan, Emre,Okan transfleri gibi kulübüne kazık atmadan.8 milyon euroyu da Trabzonspor kasasına koyarak.

İlk gittiği zamanlar arabasının kurşunlanması sonrası ülkeden kaçıyor diye yorumlamıştım bu transferi.Fazla bir şey beklemiyordum açıkçası ama Tekke en iyi türk forveti dediğimi sanki duyarmışçasına Rusya’da da gollerini atmaya devam ediyordu.Az atıyordu belki ama öz atıyordu.Çıktığı ilk 5 maçta 4 gol … Ama yine sakatlık gelip bu sahil çocuğunun yakasına yapışıyordu.

Yine’de takımıyla 15 maçta ıslatmıştı formasını.Zenit kariyeri boyunca 30 gole ulaşmıştı.Türkiye’de uğruna canını feda edebileceği takımıyla kazanamadığı başarıyı Rusya’da tadacaktı.Şampiyonluk! yetmedi Galatasaray ‘dan sonra Uefa kupasını kaldıran ilk Türk oldu.O da kesmedi Tekke’yi o maçta, uefa’nın resmi sitesinde maç izleyicilerinin oylarıyla “maçın adamı seçildi”.Gelinebilecek en üst noktadaydı artık Fatih Tekke.


Bu başarısının karşılığı olarak en yoğun yaşadığı duygusunun birazcıkda olsa köpüklerini almak için milli forma istiyordu Tekke.Ancak Fatih Terim’in kemikleşmiş kadro yapısından taviz vermemesi onu sadece eleme maçlarında kırmızı-beyaz’la buluşturmuş.2008 uefa kupasını kaldıran futbolcu, Euro 2008 kadrosunda kendisine yer bulamamıştı.


2010 yılının başında ise Trabzonspor taraftarları için artık çekilmez bir çile olmuştu Fatih “Sultan” Tekke ismini taktıkları tarihlerinin gol kralı olmuş 3 topçusundan birinden ayrı geçen günler.Gerekirse onu almayan yönetimi bile gözden çıkarmışlardı.Vitrinde gördüğü oyuncağa yapışıp ağlayan çocuk gibi Rusya yollarından gelecek Tekke’yi gözlüyorlardı.Takımın başına Trabzonluluk rhunu taşıyan Şenal Güneş gibi bir teknik adam gelmişken nasıl olurda Fatih’siz kalabilirlerdi bu büyük bir fırsattı ve yönetimin kaçırmaması gerekirdi.İşler de istedikleri gibi gidiyordu aslında başkan “Fatih’e her zaman kapımız açık” diyordu, Şenol Hoca “ Fatih bizim kaptanımız.Başkan’ın sözlerinin altına bende imzamı atarım” diyordu.Ancak Fatih Tekke ne yaptıysa yine kendine yaptı…”Ben Ünal’dan daha fazla Trabzonsporluyum” açıklaması ile Şenol Güneş tarafından anında vetoyu yedi ve Trabzonspor kapıları yüzüne kapanmış oldu. “ Takıma lider ve katkı yapacak bir oyuncu transfer etmek istiyorduk. Kaptan alıyorduk. Ama bugünkü görüntüde Trabzonspor'a zarar verecekse böyle bir oyuncuyu almam. Bu doğru olmaz. Biz Trabzonspor'un transferine karışan, başka işlere elini atan bir oyuncu almayız. Trabzonspor'a duruşuyla katkı yapacak bir oyuncu alırız. Gerekirse susmasıyla da katkı yapacak bir oyuncu almak istiyorduk. Bu camianın ve kulübün ne kadar önemli olduğunu Fatih de bilecek. Hepimiz de bileceğiz." Açıklaması ile Şenol Güneş Fatih Tekke’nin kendisi gibi Trabzon’dan kaçarcasına rusya’nın yolunu tutan gökdeniz’in takımı Rubin Kazan’a transfer oluyordu.Mavisiz, bordo’nun kendisine ne kadar yakışacağını o da bilmiyor olsada…

Olmadı…üzerinde bordo formayı doğru dürüst göremeden sdece 5 maç çıkarabildi Kazan şehrinin takımı adına ve artık memleket onu çağırıyordu.Karadeniz şoktaydı! Sultanları, büyük kaptanları ezeli rakiplerinden Beşiktaş’a transfer olmuştu.Siyah beyaz formayı sırtına 33 yaşında geçirecekken forma numarasını da 33 alıyordu.Belki de aşık olduğu takımın taraftarlarının gözüne daha fazla batmamak adına 61’i almadı,alamadı…


Milli takımda Fatih Terim’le, Zenit’te önce Advocaat,ardından Spaletti ile tartışma yaşayan Fatih Tekke futbolda gösteremediği istikrarı teknik adamlarla kavga etmede göstermeye devam etmesiyle beşiktaş’ta da olamadı ! Shuster’in Sivas maçı sonrası Fatih’e küfür ettiği, Fatih’in hocasına kafa atacak dereceye geldiği gibi futbol’un magazin yönün sevecek insanları tatmin edecek hikayelerin ardından patlak verene basın toplantısı ile Fatih Tekke’nin Beşiktaş kariyeri de bitmek üzere.

Bazen bazı insanlar için hayat istenildiği gibi gitmiyor.Bazen de bazı insanların yaşamayı seçtikleri hayat biz diğer insanları üzüyor.


not;Bilgi ve araştırma eksikliğimden dolayı yaptığım bir hatayı düzelten Ömer Behram'a (http://jesusalmeyda.blogspot.com) teşekkürler.