25 Aralık 2011 Pazar

Gezegenler Tanrılar Futbol Oynarken Oluşmuştur!


İrlandalı yazar Richard Steele (1672-1729) bir makalesinde gezegenlerin oluşumunu, tanrılar futbol maçı yaparken ortaya çıktığına dayandırarak, tabii ki futbolun bilimsel ve edebi makalelerde sıkça yer almasından rahatsız olarak alaycı bir dille kaleme almış;

"Günün birinde, ikinci dereceden tanrılar maç yapmaya karar verir. Uçuşup duran çok miktardaki atomu hamur gibi yoğurarak, bu hamurdan yedi adet küre yaparlar. Oyunun başında bu kürelerin her birine öyle sert vururlar ki, gözden kaybolan her küre uzayın derinliklerinde kendi yörüngesini bulur. Derken, Tanrılar küreleri nefes nefese kovalamaya başlar. Küreleri nihayet yakaladıklarında, her birine kendi adlarını verirler: Satürn, Jüpiter, Mars, vs."*

*Theo Stemmler/Kleine Geschichte des Fußballspiels (Çeviri: Necati Aça)

10 Aralık 2011 Cumartesi

1899'da başlayıp 1900'de biten maç


Tarihler 23 Aralık 1899'u gösterirken ezeli iki rakip Millwall ve West Ham United karşılaşıyordu. Bu, iki ekip arasında oynanan ikinci karşılaşmaydı aynı zamanda. Karşılaşmanın 69. dakikasında, Millwall 2-0 önde iken sahayı basan sis, 1899 yılının bitmesine 7 gün kala oynanan karşılaşmanın iptal edilmesine neden oldu.

Verilen karar ise bu maçın futbol tarihine enteresan bir şekilde geçmek üzere olduğunun habercisiydi. Karşılaşma, dört ay sonra 28 Nisan 1900 yılında oynanacaktı. Yani "başka bir yüzyılda".

Ve oynandı da. Memorial Ground Stadında oynanan karşılaşmanın kalan dakikalarında West Ham 1-0 galip geldi.

Dünyanın en 'kanlı' derbilerinden birisi, bir yüzyılda başlayıp diğer yüzyılda biterek enteresan bir şekilde tarihteki yerini aldı.

9 Aralık 2011 Cuma

İngiltere'nin İlk Kadın Futbol Takımı


British Ladies Football Club (Soldan ikinci Nettie Honeyball)

İngiltere'de kadınlar arasında futbolun temellerini atan ilk ekip, yaklaşık 30 tane genç İngiliz kadındı. 1894 yılında Nettie Honeyball'un öncülüğünde British Ladies Football Club adıyla kurdukları futbol takımı, bu 30 genç kadının erkekler arasında bile devlet engeline maruz kalan futbolu cins ayrımına karşı bir duruş olarak kullandıkları yazılır kaynaklarda.

Antrenmanlarını Hornsey'deki Alexandra Park'ta yapan ve antrenörleri de Tottenham'lı J. W. Julian olan İngiliz kadınların ilk maçlarını, onların futbol oynamasına karşı duran İngiliz Futbol Federasyonu yetkililerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 10.000 kişinin izlediği rivayet edilir. Şubat 1985 yılında Daily Skecth'e verdikleri röportajda, kadınların da erkekler gibi bu oyunu oynayabileceğinden ve seksist yaklaşımlara karşı durduklarından bahsediyorlar. Kabul etmek gerekir ki ilk futbolcu kadınlar, feministti. İngilizlerin ünlü feministlerinden Florence Dixie'nin başkanlığını yapmayı kabul ettiği kulübe verdiği mesaj da bunu destekler nitelikte: "Kadınlar da tüm kalpleri ve ruhları ile bu oyuna dahil olmalılar."

Feminist ve futbol aşığı kadınlar da olsalar ilk sorunlarından birisi maç yaparken ne giyecekleri yönündeydi. Fotoğraflardan da görüleceği gibi elbiselerini genelde rahatlık üzerine kurulu modellerden seçmişler. Bol bluzlar, rahat pantolonlar/etekler. Ancak hepsinde Ortodoks inançlarına uygunluk en temel dayanak olarak göz önünde bulundurulmuş. Hatta Güney ve Kuzey Londra kadınlarının arasında oynanan karşılaşma sonrası Manchester Guardian'da çıkan haberde: "Kadınların bu kıyafetleri nedeniyle futbollarının pek ilgi çekeceği söylenemez." cümlesi dahi kullanılmış.

Daily Sketch ise bu maçın sonucuyla ve oynanan futbolla ilgilenmiş: "Kadınlar arasında oynanan karşılaşmanın ilk dakikaları her şeyi ortaya koydu. Futbolda olması gereken hız, karar verme, beceri ve cesaret onlarda yoktu. Sadece sahada amaçsızca koştular. Sonuç olarak Kuzey Londra (kırmızılar) Güney Londra'yı (açık mavi ve beyaz) 7-1 mağlup etti."

Takımın Bury ile oynadığı ve 3-3 biten maçla ilgili ise The Bury Times: "Daisey Allen, daha önce oynadığı iki maçta olduğu gibi yine mükemmeldi. Bu ufaklığın sanki 4 ayağı var." cümlesini kullanmış. Bahsi geçen Daisey Allen, sadece 11 yaşındaymış.

Nettie Honeyball

İngiltere'de kadın futbolunun 'annesi' olarak anılan Nettie J. Honeyball hakkında bu takımın kurucusu olduğu ve feminist olduğu dışında çok fazla bir bilgi yok. Eğer kaynaklar doğruysa, henüz 23 yaşında futbol kulübünü kurup 30 yaşında hayata veda ediyor. O öldükten bir sene sonra yani 1902'de de İngiltere'de kadınlar arasında futbol oynamak yasaklanıyor.

4 Aralık 2011 Pazar

Futbol'un Filozofu; Socrates

Beyaz Pele Zico, Malatyaspor'a transfer olan ancak Malatya'nın İstanbul'da olmadığını öğrenince bir maç bile oynamadan kaçan Eder ve Falcao'lu 1982 Dünya Kupası finalisti Brezilya'nın uzun boylu, ince bacaklı, tarak değmemiş saçları ve kara uzun sakallı, takımın orta sahasının beyni Socrates...Hani Barcelona'nın mottosu var ya bir kulüpten daha fazlası diye işte Socrates de bir futbolcudan daha fazlası...

Kitapların Arasında Yaşayan Bir Baba ve Üç Felsefeci Oğul

Brezilya'nın Para kentinin başkenti, aynı zamanda da çizgi roman kahramanı Mister No'nun Manaus'a doğru yolculuğa başlamadan önce kalkış yaptığı liman kenti olan Belem'de Şubat ayının 19'unda yıllardan da 1954'te dünyaya geldi Socrates. Tam adı bir çok Latin gibi twit atılamayacak uzunlukta yani “Socrates Brasiliero Sampaio de Souza Vieira de Oliveira” olan futbol feylozofonun ismindeki Socrates babasının adeta imzası. Yoksulluk içinde ve bir kütüphanede yaşayan babasının kendisine bu ismi vermesinin yanı sıra diğer erkek kardeşlerine de Antik Yunan şairi Sofocles ve fizolof Sostenes isimlerini koyması nasıl bir aileden yetiştiğinin kanıtı niteliğinde adeta. Ailenin futebol ile ilgilenen bir başka üyesi de PSG forması ile hatırlayacağımız ve trajik bir şekilde kazandıkları 1994 Dünya Kupası'nda Brezilya kadrosunda bulunan Rai idi. Görüldüğü üzere Vieira de Oliveira ailesinin özeti iki kelime: Futbol ve Felsefe... Tıpkı Socrates'in hayatı gibi...

Profesyonel futbol hayatına 1974 yılında Botafogo'da başlayan Socrates, burada geçen dört sezonun ardından büyük işler yapacağı ve kendisiyle özdeşleşecek hareketlere girişeceği ekip olan Corinthians'a transfer oldu. Corinthians yıllarına yazının ilerleyen kısımlarında tekrardan değineceğimiz yetenekli orta saha, 1984-1985 yılını Fiorentina'da geçirdikten sonra 1986-1987'de de Flamengo forması giydi. 1988-1989 sezonunda Santos renklerinde izlediğimiz futbol ilahı aynı yıl ilk takımı Botafogo'ya transfer olup futbolu bıraktı. Ta ki 2004 yılına kadar.

2004 yılında İngiltere'nin bir kasaba takımı olan Garforth Town ile 1 aylık sözleşme imzaladığında tam 50 yaşındaydı. Sadece 10 dakika forma giymiş olsa da Socrates, kül tablalarında ardı ardına söndürdüğü sigaralarının aksine futbol ateşinin sönmediğini ispatlamıştı herkese. Hiç teknik direktörlük yapmayan Socrates, futbolculara teknik direktörlerin verebileceklerinden daha da fazlasını verdi. Futbolun siyasi ve düşünsel platformlarında bulunan hatta ülkesinde bu platformların kurucusu niteliğinde olan ve kendi deyimiyle “kanına biraz siyahlık karışmış” beyaz Brezilyalı hiçbir zaman da sosyalist olduğunu gizlemedi.

Doktor Che ve Doktor Socrates’in Ortak Özellikleri

Socrates futbolculuğunun yanında aynı zamanda bir tıp doktoruydu. Zaten futbolu bıraktıktan sonra bir süre gönüllü olarak hiçbir ücret almadan doktorluk yaptı, aynı Che Guevara gibi... "Ben futbol oynarken aynı zamanda tıp da okuyordum. Herkesten daha çok yenilikçi olmak zorundaydım. Eğer tıp okumamış olsaydım, yetenekleri daha sınırlı bir oyuncu olurdum. Kesinlikle." şeklinde konuşan Socrates bunun yanında felsefe doktorası da yaptı. Hayranı olduğu Che Guevara ve ismini taşıdığı Sokrates gibi hem doktor hem de felsefeciydi yani. Kendisinin belirttiği üzere duvarında sadece Che Guevara ve John Lennon posterleri bulunan Socrates'in en sevdiği feylozoflar ise Hobbes, Platon ve Machievelli’ydi.

Brezilya’da meydana gelen 1964 askeri darbesi sırasında henüz 10 yaşında bir çocuk olan Socrates'in o dönem yaşadığı bir olay hem hayat görüşünü hem de Latin ve Dünya Futbolu'nun gündemine oturacak bir hareketin temellerini atacaktı.

Yeşil Sahalar’a Demokrasi Socrates İle Geldi

Darbe sırasında babasının, Bolşevik iktidarını anlatan bir kitabı ortadan kaldırıp, yakarak yok etmesine şahit olan Socrates bu olayın ardından dikta rejimine ve diktatörlüğe neden baş kaldırması gerektiğini içinde hissetmeye başladı. (Hayatın cilvesidir ki ben de bu yazıyı ülkemizin utanç günlerinden birisi olan 12 Eylül'de yazıyorum.) Corinthians forması giyerken kulüp yönetiminin tutumundan rahatsız olan Socrates yanına takım arkadaşı ve Rus Ekim Devrimi'nin lideri Lenin ile adaş olan Vladimiri de alarak “Corinthans Democrasy” hareketini başlattı. Bu hareket ilk başladığı dönemlerde topluca hareket etme esasına dayanıyordu. Socrates'in dillendirdiği üzere “ne zaman yemek yeneceği” gibi basit konuları içeriyor ancak ileri demokrasi (ülkemizdeki anlamından tamamen uzak) kurallarına dayalı olarak uygulanıyordu. 15 Kasım 1982 yılında Socrates ve arkadaşlarının Brezilya'da mevcut bulunan dikta rejiminin yıkılması umudunu taşıdığı genel seçimler öncesi, sırtlarında “DİA 15 VOTE” yani “15'inde Seçime” yazılı formalarla çıktılar. Bu bir nevi başkaldırıydı. Brezilya hükümetinin ve doğal olarak hükümetin elinde olan Futbol Federasyonu'nun uyguladığı baskıya başkaldırıydı. Bu baskı futbolcuların neredeyse ahmak, kendi başlarına bir şeyler yapamaz statüsüne konulmasına neden olacak düzeydeydi. Buna açıklama olarak da gelişmemiş bölgelerden eğitimsiz olarak gelen futbolcuların kendi kendilerini yönetecek olgunluğa ulaşamadıkları gösteriliyordu. Fakat bu tanımın ikincisine uymayan bir isim vardı Brezilya topraklarında; Socrates. Türk sinemasının en “kahraman” karakterlerinden Tatar Ramazan edasıyla sahneye çıkan Socrates “Ben bu oyunu bozarım arkadaş” dercesine Corinhtians Democrasy hareketini başlatmış ve hatta Corinhtians 1982 yılında Sao Paolo eyalet şampiyonasında zafere ulaşırken Socrates ve arkadaşları sırtlarında çok manidar bir yazı taşımışlardı: DEMOCRACİA.


Socrates'in ülkeden ayrılmasına ramak kala 1984 yılında bir seçim oldu. Socrates, İtalya'nın iki ünlü kulübünden teklif almıştı. Ancak seçim döneminde “Eğer tahsis edilen yeni anayasa değişikliği kabul edilir ve ülke yönetimi sivillere verilirse bu teklifleri geri çevireceğim” sözünü tutmak üzere izin istedi. Seçim sonrası işler istediği gibi gitmedi ve İtalya'nın Mor Menekşeleri'ne, Fiorentina'ya transfer oldu.

Futbolu bıraktıktan sonra da mücadelesine devam etti. Brezilya'nın fakir ve gelişmemiş kasabalarını dolaşıp hastaların tedavi ve bakım sürecine katkıda bulundu. Kendi sağlığını ise hiçbir zaman düşünmüyordu. Tam bir sigara ve içki düşkünüydü. Hatta maç günleri bile iki pakete yakın sigara içtiğini iddia edenler var. "13 yaşımdan beri sigara içiyorum. Benim için tek felsefi mesele var o da şu; Neden olmadığım biri gibi görünmeye çalışayım? Sigara içiyorum. Akciğer kanserinden ya da amfizemden gideceğim. Sigara içmeden duramıyorum."

Kaddafi’den Gelen İlginç Teklif

Hayatı sadece futboldan ibaret görmeyen Socrates felsefe, ekonomi ve siyasetle de yakından ilgiliydi. Zaten futbolculuk dönemlerinde yaptıklarına bakınca da bunu net olarak görebiliyoruz. Futbol hayatının ardından da bir çok gazete ve dergide yazarlık yaptı. Bu sayede de Dünya'nın bir çok önemli isimleriyle tanıştı. Bunlardan birisi de çok ilginçtir ki şu sıralar canını kurtarmakla cebelleşen Libya lideri Kaddafi….

1996 yılında Socrates’in Mısır ve Libya’ya düzenlenen bir tura katıldığını öğrenen Kaddafi, Socrates ile tanışmak istediğini dile getirmiş. Bir Arap diktatörüne ulaşabilmek için geçilecek ne kadar zorlu yol varsa geçilip ulaşılan Kaddafi, kendisine ileride Brezilya başkanlığına aday olması gerektiğini, seçim süresinde de her türlü parasal kaynağı sağlayacağını belirtmiş. Ancak Doktor Socrates bu teklifi geri çevirmiş.

Brezilya Devlet Başkanlığına aday olmamasına rağmen Pele ve Ricardo Teixeira'ya karşı Futbol Federasyonu Başkanlığına adaylığını açıkladı. Tabi ki bu Socrates'in ruhuna uygun olarak bir “karşı-adaylıktı”. Bir çok kesime ilginç gelecek önerileri vardı ve nitekim seçilemedi. Eğer seçim halk tarafından yapılsaydı %95 gibi ezici bir oyla seçileceğini belirten Socrates, bu tarz işlerde kapı arkasından çevrilen oyunların farkında olduğunu da dile getiriyordu. Halka o kadar bağlı ve güvenen bir adamdı ki Başkan seçilseydi yapacağı köklü değişikliklerinden birisi de Brezilya Milli Takımı'nın teknik direktörünün de halk tarafından seçilmesi olacaktı.

Socrates Gitse de Ali Ece Onu Yaşatacaktır!

Futbolun 9'a 9 oynanması gerekiyor. Teori şu: Futbolun kalitesini yükseltmek için, daha az sakatlık olması ve oyuncuların teknik kapasitelerini daha iyi sergileyebilmeleri için, oyuncuların fiziksel evrimine uygun düzenlemeler yapılması gerekir." gibi bir fikre sahip Socrates, şu sıralar sindirim sisteminde meydana gelen kanama nedeniyle yoğun bakımda. Sao Paolo'da bir hastaneye kaldırılan ve ben bu satırları yazarken hala durumunda bir netleşme olmayan Socrates için futbol sonrası yardımına koştuğu Brezilya'nın yoksul kasabalarından binlerce insan organlarını bağışlamak için başvuruda bulundu.

Socrates hayranları bugün onu sadece bir futbol ilahı olarak zihinlerinde taşımazlar. Kimileri (benim de dahil olduğum) üzerinde fotoğrafı bulunan, Brezilya renklerinde tişörtlerini giyer kimileri de, Türk spor medyasının Socratesi, Socrates'i dedesinden miras alan Ali Ece gibi kafasına ondan esinlenerek bant takar. Socrates'in bandı çok önemli bir banttır. Çünkü o bantta kendi görüşlerini aktaran, demokrasiyi ve sosyalizmi dile getiren mesajlar yazılıdır. Ali Ece de kendi deyimiyle sosyalizm denince aklına gelen iki isimden birisi olan Socrates gibi işte bu yüzden sürekli bant takar. (Diğer ismi de biraz araştırmayla öğrenebilirsiniz).

1 Aralık 2011 Perşembe

Böyle Futbolcuya Can Kurban!

Golden sonra taraftara koşan, maçtan sonra galibiyeti taraftarla kutlayan...

FC Zwolle futbolcuları da 1-0 kazandıkları Go Ahead Eagles maçından sonra galibiyeti demirlere tırmanıp taraftarları ile kutluyor.



Gerçi bizimkiler daha iyisini yapmıştı :)


İspanya'nın Rockstar'ı; Jose Mourinho

Rolling Stone'un İspanya edisyonu, 2011'in 'Rockstar'ı olarak Jose Mourinho'yu seçmiş. Dergi, İspanyol gazeteciler ve Jose'nin yakın arkadaşları ile görüştükten sonra bir de ayrıntılı profil analizi çıkarmışlar.






Jose'nin küstah tavırları, basın toplantılarındaki dik çıkışları gibi etkenlere dikkat çekiyor RS ekibi...


Jose'nin dışında; Jeff Brifges, Tom Waits, Lana King, Ryan Gosling, George Harrison, Stone Roses, Kun Agüero, The Righ Ons, Hugh Laurie, Frances Cobain ve Adele dergide yer alan diğer isimler...

30 Kasım 2011 Çarşamba

Birader, Mou Camp ne tarafta?

Ronda de Dalt veya B-20 otoyolu, Barcelona'nın stadyumuna doğru giden yol. Mevcut tabelalar ile de insanların stadı bulması kolaylaştırılmaya sağlanıyor ancak yukarıdaki gibi bir yazı şekliyle ancak onların kaybolmaları sağlanır.

Yalnız "Mou Camp" derken acaba ışıklandırma sisteminde çalışan bir Real Madrid taraftarı ve bu da bir mesaj mı?

28 Kasım 2011 Pazartesi

Futbol Oynarken Böyle de Ölünür mü?


Futbol sahalarında kalp krizi geçirerek ölümler, evlerden ırak ve Allah rahmet eylesin, ne yazık ki hani oluyor diyoruz.

Ya da saha dışı diyelim en azından futbolla ilintili, maçta kendi kalesine gol attı diye öldürülen Kolombiyalı...

Velev ki 1280 yılında İngiltere'de bir futbol (modern anlamda oynanan cinsinden olmasa da) maçında kayıtlara enteresan bir ölüm haberi geçmiş. Theo Stemmler'in kitabından aynen aktarıyorum:

"William de Ellington oğlu Henry pazar günü Ulkham'de kutsal teslis bayramında David Le Ken ve daha başkalarıyla birlikte maç yaptığı sırada David'in üzerine doğru koşmuş ve onun kamasına saplanarak ölmüştür. Aynı anda ikisi de topa doğru koşarken çarpışmışlar ve David'in kemerinde asılı duran kama Henry'nin karnına saplanmıştır. Zira kamanın ucu kınının ucunu delip dışarı çıkmıştı. Henry bir kazaya kurban gitmiştir."

Allah düşmanımın başına vermesin.

27 Kasım 2011 Pazar

Alan Mullery ve İngiltere Tarihinin İlk Kırmızı Kartı


Bundan 5 gün önce 70. yaşının bitimini kutladığımız (ya da en azından tanıdıkları tarafından kutlanan) 1941 doğumlu İngiliz futbol adamı ve menajer Alan Mullery'yi sayfaya taşımaya karar verme nedenim zaten yazının içerisinde yer alacak hele önce bir kimmiş bu amca tanıyalım:

En şaşaalı günlerini 1958 ve 1976 yılları arasında formasını giydiği önce Fulham ardından da Tottenham'da yaşayan sağ kanat oyuncusu, daha sonra futbolu bıraktığı 1976'dan 1997 yılına kadar da teknik adamlar yapıyor; pek de iç açıcı olmayan performanslar göstererek.

Şu anda Sky Sports'ta yorumculuk yapan ve kariyerine 1 lig, 1 FA Cup bir de UEFA Kupası da katan Mullery'nin asıl şöhreti 1968 yılında düzenlenen Avrupa Kupasından gelir. Yarı final karşılaşmasında Yugoslavya ile oynayan maçta, İngiltere Milli Takımının sağ açığı Mullery'dir ve bir pozisyonda rakip oyuncu Triviç'in faulüne maruz kalır. Ne şaşırtıcıdır bir Dünya Kupasında, bu blogun isim babası Diego Simeone'nin kendisine yaptığı faul sonrası Arjantinli oyuncuya tekme atarak kırmızı kart gören bir başka İngiliz sağ açık olan David Beckham gibi Alan Mullery de Triviç'in faulüne çok sinirlenir ve rakibine tekmeyi basar. Ancak bu, Beckham'ınki gibi nazikçe bir dokunuş değildir ve Yugoslav oyuncunun bacağı kırılır. Mullery de kırmızı kart görerek oyundan atılır.

İşte Alan Mullery, böylece İngiltere Milli Takımıyla uluslararası bir maçta kırmızı kart gören ilk futbolcu olarak tarihe geçer.

26 Kasım 2011 Cumartesi

Mücadele İçin Başka Ne Lazım?


Seçuanlı şair Li-Yu, ki kendisi M.S. 50 ile 136 yılları arasında yaşamış, bu şiiri yazmış. Seçuan (ya da Şiçuan) Çin'in ortalarında yer alan bir şehir. Çin ise, futbolu hatta modern futbola çok yakın kurallarla bulan millet...

"Top yuvarlak, saha dört köşe
Yer ile gök misali;
Top tepemizde ay gibi süzülür,
İki takım karşı karşıya geldiğinde.
Takım kaptanları belirlendi ve yerlerini aldı
Değişken kurallara göre.
Akraba olmak faydasız,
Taraf tutmak anlamsız.
Sadece kararlılık ve soğukkanlılık var,
Yanılgı ve ihmâl olmaksızın.
Ve eğer futbol maçı için bunlarsa gereken,
Mücadele için başka ne lâzım!"

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Dünya futbol tarihinin "en temiz" futbolcusu


“Dünya futbol tarihinin en temiz ve en şık futbolcularından birisi olan Liedholm…” şeklinde tanımlar onu Gölgede ve Güneşte Futbol kitabının 145. sayfası ilk paragrafı ikinci cümlesinde Eduardo Galeano.

Nils Liedholm AC Milan’ın İkinci Dünya Savaşı sonrası “Gre-No-Li Trio” adı verilen tabiri caizse öldürücü ekibin “Li”si. 1922 doğumlu 2007 ölümlü bu İsveçli orta saha ’49 yılında transfer olduğu Milan’da wikipedia kayıtlarına göre 360’dan bir eksik maça çıkmış. Saha içerisinde yan yana oynadığı Gunnar Gren ile beraber forvetteki bir başka Gunnar, Nordahl’ın gol olup yağmasını sağlamış yıllarca. Belirtmek gerekir ki üçü de İsveçli…

Gre-No-Li

İsveç Milli Takımı’nın sadece 21 kez formasını gitmiş olsa da bu 21 maçın 12 sene içinde olduğunu düşünürsek -tabi ki o dönem için normal bir sayı bu- kaptanlığa kadar yükselmesi bir yana evlerinde düzenlenen 58 Dünya Kupası finalinde de bir gol atmış. Ancak o maçta rakip Brezilya olunca Vava, Pele, Zagalo’yu durdurmanın zorluğunu da tadarak ikinci olmakla yetinmişler.

Futbolculuğu sonrası AC Milan’ın teknik direktörlüğüne de soyunmuş ancak pek iz bırakır başarısı olmamış. Paolo Maldini’yi ilk defa futbol sahasına süren Liedholm’un en büyük şanssızlığı sanırım halefinin Arrigo Sacchi olması… Hani şu Van Basten, Gullit ve Rijkaard’lı efsane Milan takımını yöneten Sacchi.

Liedholm öğrencisi Carlo Ancelotti ile...

Milan döneminde Nordahl’ın 257 maçta 225 gol atmasını sağlayan isim olarak geçer Nils Liedholm. Bir çok golün yaratıcısı olduğu söylenir. Ayrıca takımdaki diğer futbolculardan her zaman birkaç saat fazla antrenman yaparmış. Bu sayede de futbolcu bıraktığında 40’ına merdiven dayamış bir futbolcuydu…

Ülkesi de bu önemli değeri unutmuyor. İsveçli otomobil ve uçak üreticisi Saab bu sene 13 ve 16 yaş gruplarında bir turnuva düzenleyerek adını da “Nils Liedholm Cup” koymuş.

5 Ağustos 2011 Cuma

GOLÜN EVERTONCASI; DİXİE DEAN

Tren yolu fabrikasında gece bekçiliği yaparken fareleri tekmeleyen ayaklar daha sonra İngiltere liginde halen kırılamayan rekorlara imza atıyordu. Merseyside’in mavisi Everton’ın, Goodison Park’a heykeli dikilen efsanevi golcüsü Dixie Dean....



Merseyside’ın mavi yakasında, Everton fanatiği bir tren yolu işçisi ve süt dağıtıcısı babanın oğlu olarak dünyaya gelince kaçınılmaz olarak siz de Evetron taraftarı olursunuz. Hele tarihler henüz 1900’lerin başıysa. William Ralph Dean, 1907 yılında Birkenhead’de dünyaya geldi. Küçük yaşlarda babasıyla birlikte sabahları 4 buçuk gibi uyanır ve kapı kapı dolaşıp süt dağıtırdı. Bunun onun içini ayrı bir anlamı da vardı. Birinci Dünya Savaşı sırasında çocukluk yaşayan birisi için evlere süt dağıtmak, sokağa çıkmak anlamına geliyordu. Okul çağı geldiğinde Laird Street School’a başladı. Ancak kendi deyimiyle “tek dersi; futbol” idi. Okulla bu yüzden pek arası yoktu. 11 yaşında Albert Endüstri Okulu’na ise koşa koşa gidiyordu. Çünkü aynı zamanda okulun futbol takımında da yer aldığı için, okul demek bir nevi futbol demekti.

Yaşı 14’e geldiğinde Dean, okulu bırakmak zorunda kaldı ve babası gibi o da Wirral Tren Yolu İşletmesinde işe girdi. Babası bu şirketten emekli olduktan sonra genç Dean kimsenin yapmak istemediği bir işe, gece bekçiliğine başladı. Kimse bu işi yapmak istemiyordu çünkü geceleri iş yerinin her yerinde devasa fareler dolaşıyordu. Ancak bu genç futbol aşığı için hiç sorun değildi. Nasıl üç sene önce futbol aşkı nedeniyle okula bağlandıysa yine futbol aşkı sayesinde zerre gocunmadan bu işi yapacaktı. Çünkü geceleri çalışmak demek gündüzleri futbol oynamak için ona bir hayli zaman kalması anlamına geliyordu. Bu fırsat geleceğin büyük golcüsü için kaçırılmazdı. Gündüzleri gerçek futbol topu, geceleri de futbol topu niyetine duvarlara fırlattığı fareler sayesinde gelişen tekniğini ilk fark eden çalıştığı iş yerinin sahibinin oğlu oldu ve onu yöneticisi olduğu New Brighton AFC’nin kadrosuna katmak istedi. Ancak nedeni bilinmez Dean bunu kabul etmedi. Daha sonra Pensby yerel takımı Pensby United ile anlaştı ve antrenmanlara çıkmaya başladı. Bu yol onu Goodison Park’a kadar götürecek ve bir efsane olmasını sağlayacak hikayede atılan ilk adımdı…


Tranmere’den Everton’a Giden Yol

Pensby United’da oynarken, profesyonel bir takım olan Tranmere Rovers gözlemcilerinin onu fark etmesi çok zor olmadı. Şu anda İngiltere’nin alt liglerinde can çekişen bu köklü kulübün renkleri de çok manidardır ki, genç Dean’in taraftarı olduğu Everton gibi mavi beyaz. Tranmere kariyeri genç golcü için biraz hazin başlıyordu. Altrincham ile oynanan bir maçta maruz kaldığı “acımasız” bir müdahale sonucunda yerde kalan Dean, hastane götürüldüğünde testislerinden birini kaybettiği gerçeğiyle karşı karşıya kalıyordu. Dean kendisine bu müdahaleyi yapanı görmemişti ancak onun Davy Parks olduğuna inanıyordu. Olaydan tam 17 sene sonra, Davy Parks ile bir barda karşılaştı. Parks ona bir bira gönderdi. Bunun üzerine bir süre yerinde sakince bekledi Dean daha sonra yerinden kalktı ve efsane olan kafa vuruşları süratinde bir yumruk yerleştirdi Davy’nin yüzüne ve bu sefer hastaneye giden Davy oldu. Ancak daha sonra kendisine faul yapanın Davy Parks olmadığı ortaya çıktı. Bu olaya aldanıp da Dean’i sert ve kavgacı birisi zannetmemek lazım. Onun aynı zamanda çok naif de bir yüreği vardı. Öyleki, Tranmere transferi sonrası aldığı ücretini ailesine verdi. Ailesi de bunu yaşadıkları bölgenin hastanesi Birkenhead Hastanesine bağışladılar. İyilik, genlerinde vardı. Dean, Tranmere’de 2 sezon oynadı ve 30 maçta 27 gole imza attı. Bu sayede Arsenal, Newcastle United gibi takımların ilgisini çekti. Ancak onun gönlü ne barda yumrukladığı Davy Parks’ın yüzünü kaplayan kan gibi kırmızı, ne de kendisine “Dixie” lakabının takılmasına neden olan saç ve ten rengi gibi siyahtan yanaydı. Onun için hayat mavi ve beyazdan ibaretti.




Dixie Lakabı Nereden Geliyor ?

Ailesi onu çocukken genellikle, Bill diye çağırırdı. Ne ilginçtir ki hikayemizin diğer kahramanı Merseyside’in Kırmızı efsanesi Shankly ile bir nevi adaştı. Ancak Everton’da ki takım arkadaşları Dean’e “Dixie” lakabını uygun gördüler. Dixie, Amerikan iç savaşı sırasında güneyde bulunan koyu tenlilere verilen isimdi. Dean de saçları ve ten renginden dolayı takım arkadaşlarının gözünde bir İngilizden çok güney Amerikalı gibiydi ve o yüzden o tam bir “Dixie” idi. Bu lakap o kadar benimsendi ki halen bir çok kaynakta ismi Dixie Dean olarak geçiyor. Bu arada Everton’dan takım arkadaşları dedik değil mi ? O zaman Dixie’nin bir de Everton kariyerine doğru ilerleyelim…

Mavi Yaka’nın Gol Makinası

Henüz 8 yaşındayken babası tarafından Goodison Park’a bir maça götürüldüğünde başladı Everton aşkı. Tranmere’de geçen iki sezonun ardından dönemin Everton yöneticisi Thomas McIntosh ile Woodside Park’ta tarihler 1925’i gösterdiğinde oturduğunda ise hayalleri gerçek olmak üzereydi. 3,000 £ karşılığında kendisini Everton’lı yapan imzayı atarken aynı zamanda Tranmere tarihinin de en pahalı transferine imza atıyordu. Everton forması ile ilk sezonunda beklentilerin altında kaldı ve sadece 32 gol atabildi. (Aslında bu lig tarihi için bir rekordu. Ancak daha sonra bir başka Everton forveti Bert Freeman tarafından kırılabilecek bir rekor hem de). Kör talih peşini bırakmıyor bu sefer bir trafik kazası ile bu gol makinesini durdurmaya çalışıyordu. Ancak başaramadığı aşikar.



Kuzey Galler’in Holywell bölgesinde motorsikleti ile bir trafik kazası geçirdi. Bu kaza sonrası kafasından ciddi şekilde yaralandı ve kaldırıldığı hastanede doktorlar tarafından “bir daha futbol oynayamayabilir” teşhisi konuldu. Ancak Dean, Everton formasını henüz sırtına geçirmişken bunun olmasına izin veremezdi. Doktorlar ikna edildi ve kafasında bir metal plaka ile hayata geri döndü. Hatta döndüğünün ertesinde oynadığı ilk maçta kafası ile gol atınca, kimileri tarafından kafasından o metal plakaların çıkarılmadığı üzerine ucuz şakalar yapılsa da hem doktorlar hem de kendisi metal plakaların çıkarıldığını defalarca tekrar ettiler. Onun insan üstü kafa vuruşlarına bir kılıf bulunması gerekiyordu ve bu da kolay bir yoldu. O kadar iyi kafa vuruşlarına sahipti ki kendisinden sonra sahalarda bulunan “Altın Kafa” lakaplı Macar futbolcu Sandor Kocsis ve Alman kulesi Horst Hrubesch’in ilk karşılaştırıldıkları isim her zaman için Dixie Dean oldu. Kazadan sonraki sene ise Dean’in senesi oldu. 1927-28 sezonunda tam 60 gole imza attı ve bu sayı bir sezonda atılan en çok gol başlığı altında halen kırılamamış bir rekor olarak raflardaki yerini koruyor. Aynı sezon Dean’in kaptanlığını yaptığı Everton Birinci Lig’e yükseldi. Ertesi yıl İkinci Lig’e düşmelerine rağmen takımından ayrılmadı ve sezon sonunda Everton’u tekrar bir üst lige taşıdı. Bunun yanında Mavilere, 1933 yılında bir de FA Cup kupası kazandırdı finalde attığı gol ile. Bu maçın ayrı bir önemi de İngiltere’de ilk defa maçlara forma numaraları ile çıkıldı ve Dean 9 numarayı geçirdi sırtına. Everton forması ile yaptıklarını özetlersek; 433 maça çıktı ve tam 383 gol attı. 1927-28 ve 1931-32’de Birinci Lig şampiyonluğu, 1930-31’de İkinci Lig şampiyonluğu, 1933’de FA Cup, 1928 ve 1932’de Charity Shield şampiyonluğu yaşadı.


Heykeli’nin Dikildiği Stadyum’da Hayata Gözlerini Yumuyor

Everton tarihinin gelmiş geçmiş en iyi golcüsü (bu sözler bizzat Everton’un resmi sitesine ait) William Ralph ‘Dixie’ Dean’in bu efsanevi başarıları, Everton camiası tarafından da Goodison Park’a bir heykeli dikilerek taçlandırıldı. Heykelin altında Everton taraftarları onu şöyle tanımlıyordu “Footballer, Gentleman, Evertonian”. Ayrıca her yıl, eski takımları Tranmere ve Everton’un en başarılı oyuncusuna verilen ve “Dixie Dean” adını taşıyan ödül de yine bu mirası yaşatan bir gelenek. Diğer yandan Dean’in bir gol attığı, Wembley’de 92.000 kişinin önünde oynanan ve Everton’un Manchester City’yi 3-0 yendiği karşılaşmada, bizzat Kraliçe’nin elinden aldığı FA Cup madalyası ise 2001 yılında bir bağış organizasyonunda 18,213 £ karşılığında satıldı.



Everton tarihinin efsane ismi, daha sonra Notts County ve İrlanda’nin Sligo Rovers takımlarında toplamda 16 maça çıktı ve futbolu bıraktı. Futbol sonrası bir Pub işleten Dean’in, 1976 yılında bacağındaki damarlarda meydana gelen bir rahatsızlık nedeniyle efsane gollere imza attığı sağ bacağı kesildi. Liverpool efsanesi Bill Shankly’nin “ O fevkalade büyük bir isim, aynı Beethoven, Shakespeare ve Rembrandt gibi…” dediği İngiliz efsane 1 Mart 1980 ‘de futbolu bıraktıktan sonra ilk defa gittiği Goodison Park’ta, bir Liverpool maçı sırasında kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yumdu. Everton’un çocuğu, Everton stadında teslim etti canını.

26 Haziran 2011 Pazar

Reyis Yuvada


Simeone Reyis, Catania'yı yuvada tuttuktan sonra Atletico Madrid mi küme düşüp düşmeyeceği bu gece belli olacak olan River Plate mi derken futbola başladığı ve jübile yapmadan önce bir sezon formasını giydiği Racing Club'la anlaştı.

13 Haziran 2011 Pazartesi

Mucit Bu Mucit; Ramon Unzaga


Futbolun her zaman tarihi kısmını sevmişimdir. Oynanacak maçla ilgili öngörüde bulunmak ya da henüz dumanı tüten bir maçın/turnuvanın analizini yapmak o kadar çekici gelmiyor bana. İtiraf etmeliyim ki benim için dünya üzerinde futbol denen oyunu (her ne kadar oyunluğu kalmadıysa da) en güzel icra edenler Latinlerdir. Gold Cup'ın oynandığı şu günlerde düşünün benim keyfimi. Tamam futbolu Latin topraklarına getirenler sömürgeci İngilizlerdir ama oyunu bu kadar güzel kılan ve gelişmesini sağlayanlarda verimli toprakların kavruk tenli çocuklarıdır.

Bugün her kim en güzel goller listesi yapsa illa ki o listeye alacağı gollerden birisi de röveşata ile atılmış bir gol olacaktır. İşte bu röveşata hareketinin ilk yapıldığı yer de Güney Amerika topraklarıydı. İspanya'nın Bilbao'sunda doğan Ramon Unzaga Asla, bu hareketin mucididir. 12 yaşında ailesiyle beraber Şili'nin Talcahuano kentine göç ettikten 8 yıl sonra aynı kentin El Morro stadında, karşılaşmayı izleyenlerin hayret dolu bakışları arasında havaya yükseldi. Sırtı yere paralel şekli aldığında seyirciler ve diğer futbolcular "Bu ahmak ne yapıyor?" diye soracakken usta ayakları daha önce kimsenin görmediği bir şekilde davrandı. Havada duran bir adam, topa ayakları ile makas hareketi yaparak vuruyor... Pozisyonun gol olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak 1912 yılında Şili futbol delegeleri tarafından vatandaşlığa geçirilen Unzaga'nın ilk defa yaptığı bu hareket uzun yıllarca "chilena" diye anıldı. Şili tarzı vuruş anlamına geliyordu. Yani röveşatayı, çilek ve Cuenca dansi gibi Şili'ye atfetmişlerdi.*

Unzaga'nın bu hareketi ilk defa yaptığı stat olan El Morro'nun ismini 2009 yılında onun şerefine "Estadio Roman Unzaga Asla" olarak değiştirdiler. Şu anda bu stadyumda Şili ikinci ligi takımlarından Club Deportivo Naval oynuyor.

*Gölgede ve Güneşte Futbol, Eduardo Galleano

5 Haziran 2011 Pazar

Andrea Pinto İstanbulspor'da !


Acaba çok büyük bir yıldız oldu mu?

Arjantin'de Bir "El Turco"

Şimdi düşünün , bir akşam (saat farkı nedeniyle sabaha karşı demek daha mantıklı sanırım) Arjantin Apertura liginden bir maç izlemek üzere televizyon başına oturdunuz. Atmosfer mükemmel. Tribünler tıklım tıklım, bir yandan davullar ve ziller eşliğinde şarkılar söylenirken bir yandan da gündüz güneşinin vurduğu zemin üzerinde konfetiler var. Takımlar sahaya çıkıyor ve kameralar bir anda ev sahibi takımın teknik direktörüne dönüyor. O da ne? Adamın elinde bir tespih, boynunda poşu. Kim bu adam, neden bize çok tanıdık gelen bu takıları kullanıyor? Eğer izlediğiniz maç İndependiente maçıysa o zaman bu adam Antonio “El Turco” Mohamed’den başkası değildir.

Antonio Ricardo Mohamed Majitevich . Hadi Antonio Ricardo kısmı tamam bir Arjantinli için uygun ama bu Mohamed nedir ? Bunun cevabını vermek için biraz eskiye 19. yüzyıla kadar dönmemiz gerekiyor. 19. yy’da Osmanlı topraklarında yer alan Arap dünyasından , özellikle Suriye, Lübnan ve Filistinli birçok Osmanlı vatandaşı Birinci Dünya Savaşı sırasında topraklarından göç edip uzak diyarlara , Güney Amerika’ya kadar gitmek zorunda kalmışlar. Özellikle Brezilya, Şili, Peru ve Arjantin’e yerleşen bu Osmanlı vatandaşları günümüzde de hâla kökenlerinden kalma alışkanlık ve geleneklerini sürdürmektedirler. Aynı zamanda bulundukları ülkelerde yaşayan vatandaşlar tarafından “El Turco” lakabını alacak kadar da bağlıdırlar geçmişlerine. Sanmayın ki sıradan insanlardır bunlar Arjantin eski başbakanı Carlos Menem de kökenleri Suriye’ye dayanan bir El Turco’dur. Ama biz siyaseti tamamen olmasa da biraz kenara bırakıp Arjantin futbolunun El Turco’sunun hikayesine dönelim.

Hikayemiz Huracan’da Başlıyor

Dünyanın “April Fool’s Day” , bizim de “1 Nisan Şakası” dediğimiz günün ardından, 2 Nisan 1970 yılında dünyaya gelmiş Mohamed. Arjantin’in başkenti Buenos Aires de doğmuş olmasına rağmen şehrin iki büyük takımı olan ne River Plate ne de Boca Juniors taraftarı olmadı. Bir dönem Boca forması giydi ama hiçbir zaman taraftarı olmadı, onun aşkı her zaman Huracan idi. Futbola Velez Sarsfield altyapısında başladıktan sonra 88 yılında ilk göz ağrısı Huracan formasını sırtına geçirdi. Şortunun altına giydiği enteresan taytlar ile dikkat çeken forvet oyuncusu Mohamed, 3 sene giydiği kırmızı – beyaz formayı ( zaman zaman mavi – beyaz) toplamda 120 maç ıslatıp Arjantin’in ağır ağabeylerinden Boca Juniors’a transfer oldu. Ancak orada pek de istediği performansı sergileyemedi rakip savunma önünde. En iyi performanslarını Huracan’da 41 gol , 93-98 yılları arasında formasını giydiği Meksika takımı Toroz Neza’da da 40 gol atarak gösterdi Osmanlı kökenli forvet oyuncusu. Futbolunun son yıllarını da yine Meksika’da sürdürdü ve 2003 yılında Zacatepec’de bıraktı futbolu.

Futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlüğe soyundu. Yine ilk adımlarını Huracan ile atma kararı aldı ve Huracan’ın başına geçti. Ancak aynı sezon takımdan ayrıldı ve bu sefer futbolcu olarak son sezonunu geçirdiği Meksika takımı Zacatepec’in teknik adamı oldu. Orada da 1 yıl kalabildi. Futbolculuğu döneminde Meksika liginin çok önemli takımlarında oynayan ve iyi bir intiba bırakan El Turco, bu ülkenin ekmeğini yıllarca yemeye devam etti. 2004-2007 arası sırasıyla Morelia, Queretarı ve Jaguares de Chiapas takımlarını birer sene çalıştırdı. 2006 yaz başında Chiapas ile sözleşmesini sona erdirip Meksika’nın bir başka önemli takımı , Rene Higuita (meşhur akrep vuruşunun sahibi kaleci), Blanco ve Luis “Gerçek” Hernandez (Gerçek lakabını ben verdim çünkü Hernandez denince akıllara artık Chicharito gelmeye başladı) gibi isimlerin formasını giydiği Veracruz ile anlaştı. Bu anlaşmanın sevinci ile küçük oğlu Faryd’i de yanına alıp Almanya’ya Dünya Kupası heyecanını yaşamaya doğru yola çıktı. Ancak pek de hoş olmayan hatıralarla geri dönecekti.

Bir Trafik Kazasında Oğlunu Kaybediyor

El Turco , 9 yaşındaki oğlu Faryd Mohamed ile beraber Almanya’da düzenlenen 2006 Dünya Kupasını seyretmeye gitti. Almanya’da bulundukları araçla bir trafik kazası geçirdiler ve ne yazık ki oğlunu bu kazada kaybetti. Kendisi de bacağından ciddi şekilde yaralandı ve yürüyemez hale geldi. Ayrıca eşi Patricia Mohamed de büyük bir travma geçirdi ve aylarca psikolojik destek almak zorunda kaldı. Bir zamanların etkili forveti , tekerlekli sandalyeye mahkum bir hayat mı sürecekti? Çok zaman geçmeden ülkesine geri döndü. Huracan için boşuna vazgeçemediği aşkı dememiştik. Ülkeye dönüşünde binlerce Huracan taraftarı onu havaalanında karşıladı. Basın mensuplarının ilgisi de çok fazlaydı. Bu kaza sonrası kendisini Huracan taraftarlarının da desteği sayesinde çabuk toparlayan ve tekerlekli sandalyeden de kurtulan Mohamed, El Turco lakabının yanına artık bir de “Fuerza Turco” yani “Güçlü Türk” lakabını almış oldu. Dünya üzerinde birçok dilde kullanılan “Türk gibi güçlü” deyimi (Fransızların çok sigara içenlere “fumer comme un turc” demesi de bundan gelir.) Arjantin halkı tarafından da kullanılmış oluyordu böylece. Kaza sonrası Veracruz takımından ayrıldı ve iyileşmesinin ardından Arjantin’de çalışmak istediğini açıkladı. Bu sıralar henüz koltuk değnekleri yardımıyla yürüyebilen spor adamının, bir takımda görev almasına zor gözüyle bakılırken Colon de Santa Fe ona inandı ve takımı emanet etti. O da bu güveni boşa çıkartmadı ve tam üç sezon Colon’un başında kaldı. İlk geldiği günlerde Colon adına başarılı maçlar çıkarsa da daha sonraları azalarak artan ve en sonunda başarısız denebilecek bir seviyeye geldi. Bunda medyanın kendisine olan ilgisinin artması sonucu, takımından çok kendisiyle ilgilenmesinin etkisi olduğu söylentiler arasında. Aslında baktığımız zaman, daha önceleri eşofman ya da tshirt ile maçlara çıkan Mohamed’in daha sonraları , son moda atkılar, İtalyan kesim takım elbisler, kepler, kabanlar giyinmesi gözlerden kaçmıyordu. Tüm bunların sonucu olarak Colon art arda maç kaybetmeye başladı ve 2010 yılında buradaki görevinden ayrılarak İndependiente’nin başına geçti. Bir dönem formasını da giydiği İndependiente’nin halen teknik direktörü durumunda ve gerek takım gerekse taraftarlar tarafından destekten mahrum bırakılmıyor.

Adına Açılan Türkçe Pankart

Avellaneda derbisi olarak bilinen İndependiente – Racing Club maçlarına da çok önem veriyor Mohamed. Şimdiye kadar hiçbir takımla Racing’e karşı maç kaybetmemiş. En son 2010 yılında oynanan maçta da İndependiente taraftarları, İnfierno Rojo (Kırmızı Cehennem) adlı internet sitelerinde organize olup maçta Türkçe “Bizim Çocuklar” yazılı pankartı açıp Mohamed adına bir de t-shirt bastırarak, ona olan sevgilerini de ortaya koydular. Şimdi El Turco’nun yapması gereken tek şey bu sevginin karşılığını sahada oynatacağı futbol ile onlara vermek.

Futbol Extra Mayıs sayısında yayınlanmış yazımdır.