11 Şubat 2012 Cumartesi

Trabzonlu Fabregas; Oğuzhan Özyakup

Futbol Extra'nın Kasım sayısına Oğuzhan'ı yazmıştım. O zamanlar Milli Takım'a seçilmesi gibi bir durum söz konusu değildi. Yazı da bu ana temaya göre yazıldı ve buna göre okunmasını tavsiye ederim.

Genç takım karşılığının fazlasıyla karşılığı olan Arsenal'in geçtiğimiz günlerde oynadığı Lig Kupası maçında formasını giyen bir futbolcu diğerlerine göre bize daha yakındı. Trabzonlu bir ailenin oğlu olan Hollanda vatandaşı ve Hollanda Milli Takımı forması giyen Oğuzhan Özyakup kırmızı beyazlı forma ile çıktığı mücadelede bir de asist yaparak dikkatleri üzerine çekti.

Hollanda'nın Zaandam kentinde 1992 yılında dünyaya gelen Oğuzhan, futbolculuk kariyerine ilk adımı 10 yaşındayken ülkenin kuzeyine doğru yol alarak gerçekleştirdi. AZ Alkmaar altyapısında top tekmelemeye başlayan “Ozzie” lakaplı genç orta saha oyuncusu burada geçirdiği 6 yılda basamaklı birer birer, hızlı ancak kendinden emin çıktı.

AZ Alkmar rezerv takımında iken kendisinin hemen hemen her maçını izleyen bir isim, Oğuzhan'ı kadrosuna katmak isteyen Barcelona, İnter gibi kulüpler yerine çalıştığı takıma transfer etmek için öncelik kazanacaktı: Steve Rowley. Arsenal scout ekibinin başındaki isim olan Rowley Ozzie'ye Arsenal formasını giydirmek için sözleşme sunduğunda tarihler 2008'i gösteriyordu ve Arsenal'in transfer teklifini yıllar önce geri çeviren Karşıyaka kalecisi Malik Yaylım'ın aksine bu sefer bir Türk asıllı oyuncu Topçular'ın teklifini kabul ediyordu.

Arsenal'e geldiğinde yaşı henüz 16 olmasına rağmen AZ Alkmar kariyer öncesi olduğu gibi gurbet hayatına alışmaya başlamıştı. Zaten ailesi de gurbetçi değil miydi? Koyu Trabzonspor taraftarı bir babanın oğlu olan Oğuzhan Arsenal'le eğitim bursu da içeren 2 yıllık bir sözleşme imzalayıp U16 takım kadrosuna dahil edildi. Buradan sonrası ise Oğuzhan için adeta peri masalı gibi. 3 yıl içinde önce U16'da başlayan kariyeri daha sonra U18'de devam etti. Burada 12 maç ve 4 gollük performansı sayesinde Arsene Wenger'in dikkatini çekmeyi başardı. Zaten kendisi de Arsenal'e gelmesindeki en büyük etkenin Wenger olduğunu röportajlarında sıkça belirtiyordu.

Arsene Wenger'in böylesine yetenekli ve çalışkan bir futboluya karşı duyarsız kalmasının imkanı olmadığı su götürmez bir gerçekti ve öyle de oldu. Oğuzhan henüz 19 yaşındayken Arsenal ile 3 yıllık profesyonel sözleşmeye imza attı. Arsenal resmi sitesinde “Harika bir oyun anlayışı ve orta sahanın merkezi” diye tanımlanan Oğuzhan kendisine Roman Riquelme ve Zinedine Zidane'ı örnek alıyor olsa da aslında içten içe “yeni Fabregas” olmak istiyor. Arsenal taraftarları tarafından da Fabregas'a benzetilen genç oyuncunun kaderi de Cesc'ten farklı ilerlemiyor. İspanyol yıldız gibi o da 15 yaşında Arsenal kapısından içeriye girdi ve onunla aynı bölgede, benzer futbol stili ile görev yapıyor.

Arsenal'deki aile ortamının kanıtı niteliğinde cümleler ile neden Londra'yı seçtiğini belirten Oğuzhan'ın en iyi anlaştığı isimlerin başında Robin Van Persie geliyor. Aynı ülkenin milli takımlarına hizmet etmelerinin de bunda payı olduğu gerçeğini yadsımamak gerekiyor. Oğuzhan hemen hemen her kademesinde formasını giydiği Hollanda Milli Takımı'nda kaptanlığa kadar yükseldi, tabi ki şimdilik alt yaş gruplarında. Henüz 15 yaşındaki iken U17 takımının da formasını giyen Ozzie bununla da yetinmedi kendisinden 2 yaş büyüklere kaptanlık yaptı. Türk Milli Takımı'nı neden seçmediği konusunda ise tavrı net: “Biz, futbola yeni başlamadık ki, çocukluğumuzdan beri futbol oynuyoruz. Bizi görüpte görmemezlikten gelenler, önce kendilerini yargılasınlar.”

Milli Takım gibi hassas bir konuda bu kadar açık ve net konuşan oyuncu, Hollandalı otoriteler tarafından gelecekte Hollanda futbolunun en önemli yıldızlarından birisi olacak. Oynadığı alt yaş gruplarında kaptanlığın yanı sıra 10 numaralı formayı da giyen Oğuzhan'ın Türk Milli Takımı'nı seçmesi gibi bir niyeti ise yok; “Nasıl Türk kökenli olduğumdan onur ve şeref duyuyorsam, Hollanda Milli takımının formasını giymekten dolayı da onur ve şeref duyuyorum”.

İleriki yıllarda milli takım adına Mesut Özil gibi elimizden kaçırdığımıza çok üzüleceğimiz isimlerin başında gelecek olan Oğuzhan Özyakup, Arsenal A Takımı'na da yavaş yavaş ısınıyor. İngiltere Premier Lig gibi zorlu bir platforma 1.78 boyu ve güçlü fiziği ile gayet rahat uyum sağlayacaktır. U17 forması ile 2008 Avrupa Şampiyonasında kaptanlık pazubandı kolunda mücadele veren Oğuzhan için Almanya U19'u forması giyen Sametler, Emreler gibi çok pişman olabiliriz.

10 Şubat 2012 Cuma

Che'nin takımları


Demiryolu çalışanı bir işçinin oğlu olan Alberto Korda, 1960 yılında Che Guevara’nın meşhur fotoğrafını çektiğinde onun bu eserinin zaman içerisinde ne kadar önemli bir simge haline geleceğini tahmin edememiştir büyük bir ihtimalle. Bu poz, kapitalizmin elinde bir meta haline gelmiş olsa da değerini bilenlerin gözlerinde halen gerçek anlamını korumakta. Her ne kadar Doktor Che’yi hiç anlamadan Devrimci Che’nin hayranı olan nesiller yetişmiş ve bu nesiller tribünleri doldurmuş olsa da bazı takımların taraftarları için kabul edilemez futbol düzenini inkar etmenin en önemli dışavurumu stadyumlarda onun ismini ve meşhur pozuyla beraber görüntülerini dalgalandırmak halen geçerliliğini koruyan bir aktivite.



Glasgow Celtic

Celtic, malumunuz. Bu sayfaya geldiyseniz zaten size Celtic’in nasıl bir takım olduğunu, tarihini vs. anlatmaya kalkarsam büyük ihtimalle kapatıp diğer değerli yazılara geçeceksinizdir. Yeşil-beyaz (ara ara da açık kahverengi) renklerin hakim olduğu tribünlerde her zaman kara kaşları ve kara seyrek sakallarıyla Che’ye rastlama şansınız vardır. İskoçya’nın hatta Britanya’nın en eski halkı Kelt’lerin mirasını taşıyan Celtic için Che’den daha da vurucu bir önder seçilemezdi zaten. Başkaldırı ve isyanın, kendi kültürüne yabancılaştırılma çabalarına karşı koymanın örneği Celtic, Liverpool ve Livorno ile beraber Che’nin belki de yaşasaydı taraftarı olacağı kulüplerden birisi olurdu.

AS Livorno

Toscana’nın liman kenti, İtalyan Komünist Partisi’nin kurulduğu Livorno’nun futbol takımı taraftarları, tribünde Che değil de Musollini pankartları açmalıydı tabii ki? Türkiye’ye de taraftarı olduğum Adana Demirspor sayesinde ayak basan Livorno için aslında daha farklı bir tanımlama yapmamız gerekiyor. Eğer Livorno kurulduğunda Che Guevara İtalya’ya gitmiş olsaydı bir kızıl forma giymeyi ihmal etmezdi! Tribünlerinde Che dışında Filistin bayrakları, antifaşist öğeler ve akla gelebilecek her türlü ‘insani’ olgunun bulunduğu bu güzel takımın bir diğer özelliği de ülkemizde ‘Forza Livorno’ adlı bir oluşumla temsil ediliyor olması.

Olimpik Marsilya

2002-2004 yılları arasında Marsilya forması giyen Fabio Celestini’nin hayatı boyunca onunla yaşamak istemesi nedeniyle koluna yaptırdığı Che dövmesinden yola çıkarak Marsilya bölgesindeki hayranlığı tahmin edebiliriz. Marsilya şehri, ülkenin en kozmopolit ve göç alan bölgelerinden birisidir. Fransız olmayan bir çok insan yaşar. Che’nin takımlarının ortak özelliklerinden birisi de budur aslında; totaliter yapıya uymayan, tek tipçilikten uzak komün bir hayat şekli. Marsilya’nın biraz da Che’yi sahiplenmesinde ezeli rakibi PSG’nin başkent takımı olması ve onların gözünde devleti simgelemesinin de etkisi olduğunu belirtmek gerekiyor.


Sankt Pauli

Dünya futbolunun Livorno kadar ilgi çeken ve sahadaki oynadığı futboldan yani başarı kıstasından bağımsız takip edilen ekibi St. Pauli’dir. Hamburg’un aynı adı taşıyan aslında kilisesi ile meşhur fakat en ‘tekinsiz’ bölgesine ait futbol takımı olan St. Pauli, komünizmden ziyade antifaşist daha da öznel olarak antinazist yapısıyla bilinir. Eski başkanının eşcinsel bir tiyatro sahibi olması, Hitler’in katlettiği insanlar için anıt dikmesi, FIFA’nın tanımadığı ülkeler için bir dünya kupası organize etmesi… Che için biçilmiş kaftan olmadı sadece bunlardan da ibaret değil; 1910 yılında kurulan kulüp Orta Amerika’daki ayaklanmalarda yerel halka destek sağlamıştır!

Adana Demirspor

Yakın tarihe kadar Türkiye’nin muhalif (?) duruşa sahip tribünü olarak Beşiktaş’ın Çarşı’sı bilinirdi. Ancak eli klavye tıklayan, gözlerinde ciddi bir sorun olmayan her futbol severin de takdir edebileceği gibi Adana Demirspor tribünleri ile aralarında ciddi bir fark var. Livorno’nun Adana’ya gelişi ve düzenlenen dostluk maçındaki sahneler, Che’nin belki de varlığından haberi bile olmadığı Adana’da ne kadar sevildiğinin bir kanıtıydı. Adana, Türkiye’nin bir nevi Marsilya’sı. Bulunduğu bölgenin en çok göç alan ve köken olarak Roman, Kürt, Arap bir çok insanı barındıran kozmopolit yapısı Adana Demirspor tribünlerine de yansıyor. Şimşekler Grubu, hem takımın işçi kökenli olması hem de bu insan özlü tribün yapısı nedeniyle Che Guevara’yı mümkün mertebe tellerden indirmemeye, atkılardan eksik etmemeye çalışıyor.