24 Şubat 2015 Salı

Şimdi Daha İyi Anlıyorum

1990'lı yılların kendi halinde dönemlerinden bir tanesi. Memur çocuğu olmanın verdiği özgüvenin, şehrin yerlilerinin çocuklarının cesareti karşısında pek kıymet etmedi yaşlardayım. Havalar ısınmaya başlamış, Türkiye 1. Lig'inde sezon sonu gelmişti. Bir gündüz vakti, dışarıda arabaların korna sesleri evimizin içine kadar doldu. Henüz ilkokul çağındaki bir çocuğa ancak film repliği olarak yazılacak bir şekilde 'Ne oluyor yine, bu gürültüde neyin nesi' diyerek - belki de demek isteyerek- sokağa çıktım. Sitenin biraz dışarısına çıkınca bizi karşılayan, adı 'Emek' olsa da üzerinde pek emek harcanmadığı ilk görüşte anlaşılan caddede arabalar korna çalarak ilerliyordu. Adının yıllar sonra konvoy olduğunu öğreneceğim düzen içerisinde giden bu arabaların pencerelerinden insanlar sarkıyor, bu insanların ellerinde de Fenerbahçe bayrakları sallanıyordu. Fenerbahçe, 1995/96 sezonunu şampiyon olarak tamamlamıştı.

Akşam babam işten eve geldiğinde, onun da Fenerbahçeli olduğunu bilerek "Baba Fenerbahçe şampiyon oldu" dedim. Babam bu şampiyonluğa olan ilgimi tatminkar bulmuş olacak ki ertesi akşam eve geldiğinde elinde 3 poşet vardı. Birisinde 90'ların meşhur kısa ve naylonu andıran şortlarından en lacivertiyle, sarı, V yaka, önünde Vakıf Bank yazan, sırtında da 7 numara olan bir forma vardı. Diğer poşette ise alt üst, paraşüt denilen eşofman takımından ki onun da renkleri sarı-lacivertti... 3. poşetten çıkan ise beni mahallenin süper starı yapacaktı: Önce kutu çıktı. Kutunun içindense kırmızı bir krampon.... Mahallede tüm çocuklar 'lastik pabuç'la top oynarken ben artık gerçek bir krampon ile harikalar yaratabilecektim. Hatta benim için aldım-verdim düellosunda 'kramponlu çocuk bizden' kavgaları bile yapılacaktı. Tüm bunların karşılığında Fenerbahçeli olmam gerektiğini söyleyen babamı duymuyordum bile; ben zaten doğuştan Fenerbahçeliydim hem de kırmızı kramponu olan bir Fenerbahçeli!

--------------

O günlerden bu günlere kadar geçen süreçte çokça kramponum oldu. Kırmızı da oldu, beyaz da. Siyahını da giydim, açık mavisini de. Hatta bir tanesi turkuvaz bir tanesi pembeye bile sahiptim. Sahaya çıktığım son kramponum ise Puma evoPOWER oldu. Ama bu sefer bazı şeyler değişik ilerledi...



Amatör futbolun en önemli özelliklerden bir tanesi, fırsatları değerlendirmenizin gerekliliğidir. Bu yüzden Salı akşamı çıktığım maçta, tek forvet olarak takım benden beklentilerinin de farkındaydım; İlk bulduğum fırsatta gol atmalıydım. Maçın ilk dakikalarında orta sahadan gelen topu kontrol etmek isterken, alışkanlık gereği ayağımı hafif geriye aldım. Böylece topu daha yumuşak kontrol edebilecek, ayağımdan sekecek topun da fazla açılmamasını sağlayacaktım. Oysa top ayağımla temas ettiği anda durdu ve kontrolüme geçti. Açılma payı o kadar düşüktü ki bu da bana hızla arkamı dönem şansı tanıdı. Şaşkınlığı üzerimden attım ve ayağımdaki gücün artık farkına vardım.

İlk yarının sonlarına doğru 'sevdiğim toplardan' birisini aldım. Savunmanın arkasına doğru yaptığım koşuya, orta alandan derinlemesine bir pas gönderildi. Stoperle birebir kalmıştım. Puma evoPOWER'ın tasarımcılarının 'Pebax Dış Taban ve Artan Sabitlik Çerçevesi' adını verdiği özellik sayesinde ayağımdaki oldukça hafif ayakkabı sayesinde stoperle mesafemi koruyarak topu kontrolümden hiç çıkarmadan ilerledim. Rakibi oyundan düşürmek için en sevdiğim hareket olan ani ve keskin bir bilek çalımını denemeye karar verdim. Ayağımın dışı ile topu ani bir şekilde sağa çektim. O kadar hızla gelişti ki olay rakip ters ayakta kaldı ve artık kale önümdeydi. O vuruşu yapacaktım...



Ceza alanı dışındaydım ve ayağımın iç-üst kısmı ile kesme bir şut çıkardım. Hafif çaprazdan yaptığım vuruş beklediğim gibi falso aldı. Süratle kaleye gitti ve kalecinin ellerinin üzerinden ivmesini alıp ağlarla buluştu. Ayağımın üst kısmını istediğim gibi kullanmama izin veren, yaptığım vuruşun tam kafamdaki gibi hassas ve kesin bir şekilde hedefe gitmesini sağlayan Puma evoPOWER, Agüero'nun, Falcao'nun, Balotelli'nin neden bu markayı tercih ettiğini de anlamamı sağladı.

İkinci yarıda yine benzer bir pozisyonda bu sefer ayağımın içi ile rakibi terse yatırarak topu önüme aldım. Artık şaşırmıyordum çünkü bu ayakkabı görevini layıkıyla yerine getiriyordu. Ceza alanına girip ayağımın dışıyla 'trivela' vuruşu denedim. Top o kadar tatlı gitti ki, direğin içine çarpıp oyuna dönmesi bile keyif verdi. Hem zaten ben vurduğum şutun gol olmasından ziyade direkten dönmesini daha çok seviyorum. Hayattan kalma alışkanlık...


1 yorum:

http://eniyiiddaasiteleri.net/ dedi ki...

İddaa da iddialıyız >>> http://eniyiiddaasiteleri.net/