24 Şubat 2015 Salı

Ne Kadar Avrupalıyız? (Futbol Extra)

Maçın son düdüğü geldi. Galatasaray, Şampiyonlar Ligi’nde çıktığı ilk maçta İspanyol devi Barcelona ile 0-0 berabere kaldı. Ali Sami Yen Stadı’nda oynanan maç sonunda Katalanlar üzgün, Galatasaraylılar ise sevinçliydi. Özellikle de bir tanesi.

23 Kasım 1993 yılında oynanan Galatasaray – Barcelona maçından sonra gazeteciler, dönemin Barcelona Teknik Direktörü Johan Cruyff’a ilginç bir soru sormuştu: “Galatasaraylı Suat, Avrupa’da top koşturabilir mi?” Hollandalı efsanenin cevabı ise daha ilginç, ilginç olduğu kadar da düşünmeye sevk ediciydi: “Burası Avrupa değil mi?”

Avrupa takımlarının katıldığı Şampiyonlar Ligi’nde oynanmış bir maç sonrası gazetecilerin ‘Avrupa’da oynar mı?’ diye sorması dilimize yerleşen ‘Avrupa’da oynamak’ kalıbının aslında zaman zaman mantık çerçevesinden çıktığını gösteriyor. Mantık tanımına bakınca da, mantığın zaman zaman çerçeveden çıkmaması gereken bir resim olduğu gerçeğine ulaşıyoruz. Bu da demek oluyor ki bu söylem: mantıksız.

BİZ HANGİ KITADAYIZ?

Barcelona ile oynanan maçta Suat Kaya çok iyi bir futbol sergilediği için basın mensupları onun Avrupa’da oynaması gerektiğini düşünüp bu soruyu sormuşlardı. Cruyff cevabının devamında ‘Dünyanın her takımında oynar’ diyerek sınırları daha genişleten coğrafik bir cümle kuruyordu. Futbolun bu mobilite haline nereden kapıldığımızı bilmiyorum ancak ne zaman başarılı bir futbolcu yetiştirsek onu hemen ihraç etmeye çalıştığımız gerçeğinden de kaçamıyorum. Sanki güzel olan hiçbir şey burada kalmamalı hemen Avrupa’ya gitmeliydi. Avrupa’ya gitmeli ve kendini orada geliştirmeliydi. Asla ve kesinlikle bir Türkiyeli futbolcunun kendisini Türkiye’de geliştirmesi için uygun ortam bu ülkede yaratılmamalıydı. Geçmiş zaman içeren cümleler uzar da gider. Fazla uzatmadan kafamızı kurcalayan şu Avrupalılık meselesini deşmek istiyoruz. Burası gerçekten Avrupa mı? Peki, biz ne kadar Avrupalıyız?

ORTASI YOK

Avrupa Kupalarında yakında zamanda aldığımız başarıları şöyle bir gözden geçirmeye çalışalım ve Galatasaray’ın UEFA ve Süper Kupası ile Fenerbahçe’nin Avrupa Ligi’ndeki yarı finalini getirelim hemen. Avrupa’da bir kupa kazanmış takıma sahipken bu takımın birkaç yıl sonra Trömso gibi kendi seviyesinin çok altında başka bir takıma elenmesini açıklayamıyoruz. Ya da Avrupa Ligi finalinin kapısından dönen takımımızın daha sonra sahasında 5 gol yemesini izah etmekte güçlük çekiyoruz. Aslında burada dikkat edilmesi gereken nokta şu; Avrupalı dediğimiz takımlar da her ne kadar bu şekilde iniş-çıkışlar yaşasa da onların iniş-çıkış noktaları arasındaki mesafe bizimkilerden daha kısa. Avrupalı diye adlandırdığımız takımlar istikrarlı bir şekilde uluslararası organizasyonlara katılırken bizim takımlarımız bir sene yarı final oynarken diğer sene ön elemeyi geçemiyor. İşte burada onlardan ayrılıyoruz.

TRİBÜN TAMAM DA…

Hollanda’nın total futbolu, Almanların disiplinli takım oyunu, İspanyolların pasa dayalı sistemi, İngilizlerin uzun topları. Hepsine tamam, peki bize gelirsek? 2008’de Avrupa’da milli takım ile üçüncü olurken bir ‘kaos futbolu’ yarattık ama bu tamamen o dönemi ifade etmek için bulunmuş bir söz öbeğinden öteye gidemedi. Zaten gitmezdi de… Avrupa’da Türkiye denilince akıllara herhangi bir futbol sistemi gelmiyor; tribünler geliyor. Avrupa’da yaşayan normal bir futbolsever Türkiye’deki takımların –Sneijder, Drogba, Diego Ribas, Demba Ba, Cardozo gibi Dünya genelinde tanınan isimleri yoksa- Avrupa’da lafı geçince akıllarına gelen ilk şey tribünler oluyor. Ateşli, baskılı, tutkulu, meşale yakan, maske takan, bağıran, küfür eden, rakiplere cehennemi yaşatmaya yemin etmiş ortalama 30 bin kişi. Bu kötü bir şey değil ve bizi Avrupa’nın dışına itmez. İngiltere, İspanya, Almanya gibi ülkelerde de tribünleri ile akıllara gelen takımlar var. Ama bizi onların bir adım daha gerisinde bırakan şey; tribün kültürleri olan o takımların saha içinde de birer kültüre sahip olmaları. Bizse hala Galatasaray’ın 2000 ruhunu arıyoruz…

KENDİMİZ OLAMIYORUZ

Saha içinde bir kültürümüz henüz yok kabul ediyoruz. Ancak bizim Avrupalının bile imrendiği bir tribün kültürümüz var. Bize has, bizden doğma, biz kokan, biz gibi. Avrupalı olmak adına bunlardan vazgeçmeye başladığımızda aslında sahip olduğumuz bir ‘futbol kültürünü’ de yok etmeye başlıyoruz. Örneğin; ne zaman milli takımın maçı olsa hemen birileri ‘milli takım formanı giy, tribüne gel’ sloganını ortaya atıyor. Tıpkı Avrupa’dakiler gibi yap demeye getiriyor. ‘Bakın onlar nasıl milli takım forması giyip, milli takım taraftarı olmuşlar’ın laciverti. Oysa onlar nasıl bunun âdet/kültür edinmişlerse bizim de olayımız budur belki de… Herkesin kendi takımının forması ile geldiği, Türkiye A Milli Takımı tribünü bir kültürdür. Avrupa’da oynanan maçlarda Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe formaları ile yan yana poz veren taraftarların fotoğrafıyız biz. Gezi olayları sırasında ortaya çıkan ‘İstanbul United’ bile bu kültürün bir sonucudur.

1949-1952 arası birinci, 1954 yılında da ikinci dönemini yapmak üzere iki kez Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı olan Ulvi Yenal, bir dönem Türkiye’yi Asya Grubu’na sokmuş ancak daha sonra FIFA Başkanı Sir Stanley Rous’un çabaları ile Avrupa cenahına dâhil edilmiştik. Meselenin coğrafik, sosyolojik ve kültürel miras açısından değerlendirmesi bizleri çok başka yerlere götürebilir. Oysa futbol kendi başına bir dünyadır ve hiçbir benzeşmeyi realiteye dönüştürmez. Eğer öyle olsaydı bugün Ortadoğu topraklarında bulunan İsrail’in Avrupa organizasyonlarında neden yer aldığını sorgulardık…

‘Ne kadar Avrupalıyız?’ sorusunun futbol sayfalarında bir yerlerde cevabı gizli. Sanırım bulmak için daha fazla okumamız gerekiyor.

*Futbol Extra Dergisi Aralık sayısında yayınlanmıştır.

1 yorum:

Opilsa dedi ki...

Thanks for publishing this great article! You've done a great piece of work! Take a look at champions league live results today!